Mustafa Yeneroğlu: “Der Brandanschlag von Solingen ist eine Tragödie, die immer im Gedächtnis zu bewahren ist.”

“Die Tragödie von Solingen zeigt auf, welch große Gefahr Fremdenfeindlichkeit und Rassismus für das Menschenleben darstellt. Heute ist die Bedrohung durch Rassismus größer als je zuvor”, so Mustafa Yeneroğlu (AK Partei), Vorsitzender des Menschenrechtsausschusses der Großen Nationalversammlung der Türkei. Heute vor 23 Jahren (29. Mai 1993) wurde das Haus der türkischstämmigen Familie Genç im nordrhein-westfälischen Solingen in Brand gesetzt. Fünf Mitglieder der Großfamilie Genç wurden Opfer einer rassistischen Tat. Mustafa Yeneroğlu weiter:

“Der 29. Mai 1993 ist ein bitterer Tag für Deutschland. Das Haus der Familie Genç wurde durch Rechtsextremisten in Flammen gesetzt, fünf Menschen kamen dabei ums Leben. Ich trauere mit der Familie Genç. Diese Tragödie zeigt auf, dass Fremdenfeindlichkeit und Fremdenhass eine große Gefahr für jede multikulturelle Gesellschaft darstellen kann.

Gegenwärtig steigen in Deutschland Anschläge auf Wohnhäuser, Flüchtlingsunterkünfte oder Moscheen. Diese Entwicklung verdeutlicht die steigende Bedrohung durch Rassismus. Zudem legt sie dar, dass Deutschland im Kampf gegen den Rassismus noch viel tun muss. Um Rassismus wirkungsvoll zu bekämpfen, müssen zunächst einmal die Täter gefasst und und zur Rechenschaft gezogen werden. Die Aufklärungsquote nach fremdenfeindlichen Taten ist aber nach wie vor viel zu klein.

Die laufenden Ermittlungen im sogenannten NSU-Komplex verdeutlichen die Aufarbeitung rassistisch motivierter Straftaten eindrucksvoll. Auch Jahre nach Bekanntwerden der beispiellosen Mordserie sind Justiz und Sicherheitsbehörden von einer umfassenden Aufklärung meilenweit entfernt. Vielmehr drängt sich an vielen Stellen sogar der Verdacht auf, dass umfassende Aufklärung gar nicht gewollt ist. Das gibt rassistischen Umtrieben Rückenwind und ist brandgefährlich.

In diesem Kontext beobachten wir den Aufstieg der rechtspopulistischen Partei Alternative für Deutschland mit Besorgnis. Bleibt zu hoffen, dass der Zuspruch für die AfD zu keiner Bedrohung für die Migranten in Deutschland wird. Lichtblick sind die vielen Menschen und Initiativen, die sich aktiv gegen den wachsenden Rassismus stellen. Ihnen gilt mein Dank an diesem Tag.”

Mustafa Yeneroğlu: “Solingen kundaklaması hafızalarda canlı tutulması gereken bir faciadır.”

29 Mayıs 1993 tarihinde Almanya’nın Solingen şehrinde ırkçı kundaklama sonucu Genç ailesinin evi yanmış ve 5 aile mensubu hayatını kaybetmiştir. İstanbul Milletvekili ve TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Mustafa Yeneroğlu Solingen faciasıyla ilgili, “Hafızalarda canlı tutulması gereken bu facia, ırkçılığın insan hayatı için nasıl bir tehdit oluşturduğunu göstermiştir. Irkçı tehlike günümüzde daha da büyümüştür.” açıklamasında bulundu.

Mustafa Yeneroğlu şunları kaydetti: “Almanya, 29 Mayıs 1993 tarihinde acı bir güne şahit olmuştur. Solingen şehrinde yaşayan Genç ailesinin evi ırkçı kundaklamayla alev almış, yangın sonucunda 5 aile mensubu hayatını kaybetmiştir. Hafızalarda canlı tutulması gereken bu facia, ırkçılığın özellikle farklılıkların birarada yaşadığı topluluklarda nasıl bir tehdit oluşturduğunu göstermiştir.

Almanya’da geride bıraktığımız 23 yıl içerisinde maalesef ev ve cami kundaklamaları tekrar tekrar yaşanmıştır. Günümüzde mülteci yurtlarına saldırılarla ilgili haberler de basında yer almaktadır. Bu gelişmeler ırkçı tehlikenin daha da büyüdüğünü ve Almanya’nın ırkçılıkla mücadelede iyi bir sınav vermediğini göstermektedir. Irkçı saldırılara karşı etkin mücadele için öncelikle faillerin cezalandırılması şarttır. Göçmenlerin ırkçı tehlikeye karşı güvenliğinin sağlanmasında ırkçılıkla mücadele programlarının artırılması da önemlidir.

NSU terör örgütü davasında olduğu gibi ırkçılıkla mücadele de sadece faillerin mahkemeye çıkarılması yeterli değildir. Irkçı motivasyonlu cinayetleri işleyenlere destek verenlerin ve istihbarat birimlerinde onları koruyanların da yargıda hesap vermesi sağlanmalıdır. Ancak gerek NSU davasında gerekse de diğer saldırı olaylarında bu yönde bir ilerlemenin olmaması, Almanya’nın kurumsal ırkçılıkla ne düzeyde mücadele ettiğini ortaya koymaktadır.

Ülkenin için de bulunduğu siyasi kültür, sağcı popülizmi ve bir ileri safhası olan ırkçı akımları beslemektedir. Bu çerçevede ırkçı popülist ‘Almanya için Alternatif’ partisinin yükselişi, endişeyle takip ettiğimiz bir gelişmedir. Partinin ciddi toplumsal desteğe ulaşmasının göçmenler için tehlikeli durumlara sebebiyet vermemesini ümit ediyorum. Öte yandan Almanya toplumu içerisinde geniş kesimlerin de göçmenler ve mülteciler kadar endişe duyduğunu ve devamlı bir biçimde sokağa çıkarak ırkçılığa karşı kararlı bir duruş sergilediğini de takdirle müşahede ediyorum.

Faciada hayatını kaybedenleri rahmetle anıyor, Mevlüde Genç hanımefendi şahsında tüm aile yakınlarına 23 yıllık acılarını paylaştığımı ifade etmek istiyorum.”

YENEROĞLU: “1960 DARBESİ SİYASİ TARİHİMİZİN KARA LEKESİDİR.”

ANKARA-İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı ve İstanbul Milletvekili Mustafa Yeneroğlu dönemin Başbakanı Adnan Menderes, Bakanlar Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’ın idamı ile sonuçlanan 27 Mayıs 1960 darbesi hakkında açıklamalarda bulundu.

Mustafa Yeneroğlu yaptığı açıklamada: “27 Mayıs darbesi Türk siyasi tarihinin en büyük kara lekesidir. Halkın teveccühünü alarak iktidara gelmiş Başbakan ve Bakanlar idam edilmiş, Milli Birlik Komitesi Anayasa ile TBMM’yi feshederek siyasi faaliyetleri askıya almıştır. Sözde mahkemede Demokrat Parti mensupları, Yassıada’da insan onur ve haysiyeti hiçe sayılarak utanç verici muamelelere maruz kalmışlardır. İhtilal yüzünden toplum içinde kutuplaşmalar ve ayrışmalar yaşanmıştır. Yaşanan acı olayın üzerinden 56 yıl geçmesine rağmen darbe mağdurları dönemin Başbakanı Adnan Menderes, Bakanlar Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan halkımızın gönlünde özel yerini korumaktadır.” ifadesinde bulundu.

Yeneroğlu ayrıca, “Demokrasi tarihimizin silinmez kara lekesi olan bu darbenin etkileri, maalesef yapıldığı dönemle sınırlı kalmamıştır. 1960 darbesi; 12 Mart 1971 muhtırası, 12 Eylül 1980 darbesi, 28 Şubat 1997 postmodern darbesi ve son olarak 27 Nisan 2007 e-muhtırasına da zemin hazırlamıştır. AK Parti iktidarlarına kadar bu vesayet anlayışı ne yazık ki devam etmiştir. Ancak bugün geldiğimiz noktada AK Parti’nin kararlılığı, istikrarı ve emin adımlarla yükselişi bu cuntacı vesayet anlayışını bitirmiştir.” diye konuştu.

Yeneroğlu: “Semiha Yıldırım Hanımefendiyle ilgili terbiyeden yoksun yaklaşımı esefle kınıyorum.”

İstanbul Milletvekili ve TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Mustafa Yeneroğlu Başbakan Binali Yıldırım’ın eşleri Semiha Yıldırım hanımefendi hakkında yapılan seviyesiz ve terbiyeden yoksun açıklamayı kınadı. Yeneroğlu, “Milyonlarca kadını rencide eden bu terbiyeden yoksun davranış, toplumsal barış adına kaygı vericidir. Malum kişiyi kınıyor, Hanımefendiden kamuoyunda özür dileyeceğini ümit ediyorum.’’, dedi.

Yeneroğlu yaptığı açıklamada, “Semiha Yıldırım hanımefendi maalesef aşağılık bir yaklaşıma maruz kalmış, onun nezdinde milyonlarca kadın rencide edilmiştir. Bu terbiyeden yoksun davranışı esefle kınıyorum. Geçmişte ülkemizde sıklıkla görülen insanların dış görünüşüyle alay etme zihniyetinin kalıntılarının bu olayla birlikte tekrar ortaya çıkması, birilerinin hala farklı yaşam tarzlarını bir türlü içine sindiremediğini göstermektedir. Bu kişiler, sözleriyle aşağılayıcı bilinçaltlarını dışa vurmuş, iç dünyalarında besledikleri önyargıyı deşifre etmişlerdir.

Yüzyıllardır bu topraklarda var olan kadını sembolize eden bir hanımefendiye yapılan bu terbiyeden yoksun davranış, bu kişilerin hangi ülkede yaşadığı sorusunu akla getirmektedir. Tam da millete yabancılaşmış jakoben anlayışın ülkemizde aşılmaya başlandığını düşünürken insan onurunu hiçe sayan böyle bir saygısızlığın vuku bulması, toplumsal barış adına kaygı vericidir.

Özellikle de sanatçı olma iddiasında bulunan bir kişinin kendi toplumuyla barışık olmaması, bir kısım sanatçılarda, ülkemizde farklılıkları zenginlik olarak gören bir anlayışın giderek kök salmasına ve karşılıklı saygının artmasına rağmen ötekileştirici zihniyetin devam ettiğini göstermektedir. İlgili kişinin Semiha Yıldırım Hanımefendi’den kamuoyunda özür dilemesi, en azından yaptığı hatanın vicdanen farkına vardığını gösteren bir adım olacaktır.” diye konuştu.

65. Hükümet Programı: “Yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın meseleleri Hükümetimizin önceliklerindendir.”

65. Hükümet Programı Başbakan ve AK Parti Genel Başkanı Binali Yıldırım tarafından Meclis’e sunuldu. Program başta yeni Anayasa hedefi olmak üzere güçlü ekonomi, insani kalkınma, yaşanabilir şehirler ve güçlü Türkiye başlıkları altında ortaya konulacak icraatları kapsıyor. İstanbul Milletvekili ve TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Mustafa Yeneroğlu yurt dışında yaşayan vatandaşlara yönelik hedeflerinde kapsamlı bir şekilde ele alındığı Hükümet Programıyla ilgili, “Ülkemizin ivedilikle ihtiyacı olan yeni Anayasa 65. Hükümetimizde de önceliğini koruyan bir husustur. Yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızla ilgili konuların yine güncellenerek programda yer alması, bu alanın artık temel ve kalıcı bir devlet politikası olduğunu göstermektedir.” değerlendirmesinde bulundu.

Mustafa Yeneroğlu yaptığı basın açıklamasında, “65. Hükümetimizle birlikte ülkemizin kalkınma süreci devam edecektir. Ekonomiden kalkınmaya, çevreden sağlığa ve dış politikadan eğitime kadar tespit edilen hedeflerin icraata geçirilmesiyle Türkiye yeni bir dönüşüm yaşayacaktır. Bu dönüşümü hızlandıracak olan temel husus, hiç şüphesiz ki milletimizin yeni bir Anayasaya kavuşması ve Başkanlık sisteminin ihdas edilmesidir. Ülkemizin ivedilikle ihtiyacı olan yeni Anayasa yeni dönemde de önceliğini koruyan bir husustur. Millete hizmet eden devlet anlayışıyla şekillendirilecek yeni Anayasa temel hak ve özgürlükleri ölçü alarak demokrasinin ve çoğulculuğun yeni bir sistem içerisinde güç kazanmasını sağlayacaktır.

1 Kasım seçimlerinin ardından yurtdışında yaşayan vatandaşlarımızla ilgili hedeflerimiz Türk siyasi tarihinde ilk olarak Hükümet Programı’nda yer almıştı. Sonrasında yapılan çalışmalarla dövizle askerlik bedeli ve pasaport harçlarının düşürülmesi gibi konularda verdiğimiz sözleri yerine getirdik. Başbakanımız Binali Yıldırım tarafından açıklanan 65. Hükümet Programı’nda da yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızla ilgili konular kapsamlı bir şekilde ele alınmıştır. Bu konuların yine güncellenerek Hükümet Programı’nda yer alması, bu alanın artık temel ve kalıcı bir devlet politikası olduğunu göstermektedir. Kültürel kimliğin korunması, Türkçe’nin yaşatılması, vatandaşlarımızın yaşadıkları ülkelerde katılımlarının desteklenmesi ve Türkiye’deki kurumlarla iletişimlerinin güçlendirilmesi gibi hedeflerimizin uygulanmasıyla Diaspora Politikamız bir üst noktaya taşınacaktır. Böylelikle vatandaşlarımızın sosyal ve kültürel ihtiyaçlarına cevap veren çok boyutlu ve kuşatıcı bir yurt dışı kültür ve eğitim politikası hayata geçirilecektir. Yurt dışının ayrı bir seçim bölgesi olacak olması bu süreci destekleyecektir.”, dedi.

Maas Einlassungen über Erdoğan sind inakzeptabel

“Die Auslassung von Bundesjustizminister Heiko Maas sind nicht nachvollziehbar, kontraproduktiv und nicht akzeptabel”, so Mustafa Yeneroğlu (AK Partei), Vorsitzender des Menschenrechtsausschusses der Großen Nationalversammlung der Türkei anlässlich eines Gastbeitrages von Bundesjustizminister Heiko Maas für “Spiegel Online”. Darin schreibt Maas über die AfD: “das sind Brüder im Geiste von Wladimir Putin, Donald Trump und Recep Tayyip Erdogan: nationalistisch, autoritär und frauenfeindlich.” Yeneroğlu weiter:

“Warum Bundesjustizminister Heiko Maas sich anlass- und leider auch anstandslos zu so einem Vergleich hinreisen lässt, bleibt sein Geheimnis. Klar ist aber, dass dieser Vergleich gewaltig hinkt, kontraproduktiv und inakzeptabel ist. Auch schmälert er dadurch nicht nur seinen sonst guten Kommentar über die AfD, sondern er haut genau in dieselbe Kerbe wie die AfD.

Maas blendet damit komplett aus, dass es Erdoğan war, der Rechte von ethnischen und religiösen Minderheiten in der Türkei massiv gestärkt hat, die beispiellos sind in der Geschichte der Reupublik Türkei. Ihn als nationalistisch zu bezeichnen, erscheint vor diesem Hintergrund als ziemlich gewagt. Auch ist es der türkische Staatspräsident, der sich vehement für mehr gesellschaftliche Teilhabe von Frauen in der Türkei einsetzt. Auch ein Blick in die türkische Nationalversammlung zeigt ein ganz anderes Bild, wie Maas es zeichnet. Erst mit dem erstmaligen Einzug der AK Partei in die türkische Nationalversammlung ist der Frauenanteil massiv angestiegen.

Maas hat sich offenbar von der Welle der Erdoğan-Kritik treiben und sich zu dieser tiefst unglücklichen Aussage verleiten lassen. Das ist mehr als bedauerlich. Gerade von einem Justizminister erwartet man, dass er auf seine Wortwahl achtet und sie mit bedacht wählt– auch im Hinblick auf die bilateralen Beziehungen in dieser schwierigen Zeit voller gemeinsamer Herausforderungen.”

Yeneroğlu: “Adalet Bakanı Maas’ı Cumhurbaşkanımıza yönelik haddi aşan yorumundan dolayı kınıyorum.”

Almanya Adalet Bakanı Heiko Maas popülist aşırı sağcı Almanya için Alternatif (AfD) partisiyle ilgili yazdığı yorumda “AfD Erdoğan’ın ruh ikizi” yorumunda bulundu. Maas’ı eleştiren İstanbul Milletvekili ve TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Mustafa Yeneroğlu, “Almanya’da yükselen ırkçılıkla ilgili sorumluluğunu yerine getirmek yerine meseleyi çarpıtan Adalet Bakanı Maas’ı haddi aşan yorumu nedeniyle kınıyorum.” açıklamasında bulundu.

Yeneroğlu, “Alman Adalet Bakanı Heiko Maas’ın aşırı sağcı Almanya için Alternatif partisiyle ilgili yorumunda sorumsuz ve alakasız bir şekilde Cumhurbaşkanımızla ilgili atıfta bulunması kınanacak bir durumdur. Ülkemizin demokratikleşmesini, kalkınmasını, azınlık haklarının gelişmesini ve uygulanmasını, başta AB olmak üzere uluslararası kuruluşlarla ilişkilerin geliştirilmesini sağlamakta öncü olmuş bir Cumhurbaşkanı’nın Almanya’da kitlesel zemin bulan aşırı sağ partiyle aynı konumda değerlendirilmesi, olsa olsa şaşkınlığın bir ifadesi olabilir. Ayrıca, kadınların toplumsal katılımını her fırsatta destekleyen Cumhurbaşkanımız Erdoğan’ın “kadın düşmanı” olarak nitelendirilmesi ise Maas’ın haddi aşan değerlendirmesini gösteren ayrı bir yorumdur.

On yıllarca artan ırkçılıkla ilgili gerekli çalışmaları yapmayan, aşırı sağ ile mücadelede sorumluluğu yerine getirmeyen ve toplumu gelişen şartlara ve bulunduğumuz çağa hazırlamayanlar şimdi çıkıp sorunların izahatında başka ülkelere atıfta bulunarak çarpık değerlendirme yapıyorlar. Bu anlayış devam ettiği sürece Almanya’da aşırı sağın toplumsal zemini güçlenecektir. Irkçı cinayetler aydınlatılamayacak, daha çok toplumsal kırılma ve siyasal kültür yozlaşması yaşanacaktır.

Son günlerde Almanya’da sıklıkla rastladığımız Cumhurbaşkanımızla ilgili sorumsuz, ölçüsüz ve haddi aşan yorum ve açıklamalara sorumluluk makamında olan bir kişi tarafından bir yenisinin eklenmesi, kabul edilemez bir durumdur. Bu tip açıklamaların ikili ilişkilere gölge düşürdüğünü hatırlatarak, Adalet Bakanı Maas’ı yorumundan dolayı kınıyorum.”, açıklamasında bulundu.

Mustafa Yeneroğlu: “Avusturya’daki gençlerimiz mesleki eğitimdeki başarılarıyla ülkenin geleceğine katkıda bulunacaklardır.”

İstanbul Milletvekili ve TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Mustafa Yeneroğlu 15 Mayıs 1964 tarihinde Türkiye ile Avusturya arasında imzalanan işgücü anlaşmasının yıldönümü nedeniyle basın açıklaması yaptı. Yeneroğlu açıklamasında “Avusturya’daki vatandaşlarımızın önemli sorunlarının başında gelen işsizlikle mücadele de toplumsal katılımın anahtarı olan eğitime yatırım şarttır. Gençlerimiz kazanacakları mesleki donanımla bireysel durumlarını güçlendirerek ülkenin geleceğine katkıda bulunacaklardır.” dedi.

Mustafa Yeneroğlu şunları kaydetti: “15 Mayıs 1964 tarihinde Avusturya ile olan ilişkilerimiz yeni bir boyut kazanmıştır. Bu tarihte Viyana’da imzalanan işgücü anlaşmasıyla kitlesel işgücü göçü resmi olarak başlamıştır. Günümüzde yarısı Avusturya vatandaşı olan yaklaşık 280 bine yakın Türkiye kökenli insanımız Avusturya’da yaşamaktadır.

Vatandaşlarımız Avusturya toplumunda eğitim, iş hayatı ve sivil toplum gibi alanlarda aktif olarak yer almaktadır. 20 bini aşkın öğrencimiz ilk ve ortaokullarda, 4500 gencimiz de üniversite de öğrenim görmektedir. Avusturya genelinde vatandaşlarımız tarafından kurulan 200’ün üzerinde sivil toplum kuruluşu ile bu kesimin kültürel ve sosyal ihtiyaçlarına cevap verilmektedir. Bununla birlikte perakende, gastronomi ve inşaat gibi sektörlerde 6400 civarında Türkiye kökenli girişimci Avusturya ekonomisine katkıda bulunmaktadır. Yaklaşık 6000 kişinin çalıştığı bu işletmeler ayrıca 300 milyon Avro ciroyla ülkelerimiz arasındaki ekonomik işbirliğinde de önemli rol oynamaktadır.

Avusturya’da yaşayan vatandaşlarımız için gelecekte toplumsal mücadele gerektiren alanlarda bulunmaktadır. En önemli sorunların başında gelen işsizlikle mücadele de toplumsal katılımın anahtarı olan eğitime yatırım şarttır. Gençlerimiz kazanacakları mesleki donanımla bireysel durumlarını güçlendirerek ülkenin geleceğine katkıda bulunacaklardır. Bununla birlikte diğer Avrupa ülkelerinde olduğu gibi Türkiye ile olan iletişimin gelecek nesillerde de devam etmesi Türkçe’nin yaşatılmasına bağlıdır. Bu da ailelerin ve sivil toplum kuruluşlarımızın Türkçeye sahip çıkmasıyla mümkün olacaktır. Ayrıca Avusturya’da çifte vatandaşlığın mümkün olmaması ve ülkemizle Avusturya arasında kültürel işbirliği anlaşmasının eksikliği vatandaşlarımızın hukuki ve kültürel konumlarını olumsuz etkileyen hususlardır. Bu eksikliklerin giderilmesiyle ikili ilişkilerimiz daha da güçlenecektir.

Göçmen karşıtı sağ popülist Avusturya Özgürlük Partisi‘nin (FPÖ) Cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turunda zafer elde etmesi endişe verici bir gelişmedir. Bu sonuç, sağ duyulu Avusturya halkının ve göçmenlerin siyasal katılımda daha aktif olmalarını gerekli kılmaktadır. Öte yandan, İslam Yasası’nın 2015 yılında değiştirilmesi, Müslümanlar için çifte standart oluşabileceğini göstermiştir. 1912 yılından bu yana yürürlükte olan İslam Yasası Müslümanların ihtiyaçları doğrultusunda ele alınabilecekken var olan bazı haklar ortadan kaldırılmıştır.

Bu düşüncelerle Türkiye-Avusturya İşgücü Anlaşması’nın 52. yıl dönümünde birinci nesli saygıyla anıyor, zorlu göç tarihinde emeği olan tüm vatandaşlarımıza şükranlarımı sunuyorum.”

Yeneroğlu: “The Human Rights Watch’s report is distorting reality.”

Human Rights Watch published a report on 10.05.2016 with the title “Turkey: Border Guards Kill and Injure Asylum Seekers”. The report claimed that the Turkish border guards are shooting and beating Syrian asylum seekers, including women and children, trying to reach Turkey, resulting in deaths and serious injuries. Chair of the Committee on Human Rights Inquiry of Turkish Parliament Mustafa Yeneroğlu stated that, “It is inexplicable that “Human Rights Watch” prepared such a report containing fake photographs that were not taken in that area and based on information from those who profit from human trafficking”.

“The necessary information regarding the claims in the report was obtained from the Turkish Armed Forces. Hereunder, there are a total of 67267 fugitives that entered the country illegally using the Turkish borders between 1st of January 2016 to 10th of May 2016. This situation clearly indicates the level of human trafficking and smuggling in that area. New protective measures that are taken in the borders have resulted in minimising the number of smuggling. However that resulted in Turkish and Syrian organised smugglers, who can no longer gain profit from smuggling, turned their direction towards human trafficking. These smugglers, who receive money mostly from Syrians, try to divert these individuals to the Turkish borders illegally.

The information in the report is far from the truth. The asylum seekers in question were not shot at or beaten as claimed. Any intervene that is resulted in an injury or death is immediately reported to the Military Prosecutor and law-enforcement officers. The photographs published along with the report are not from that region. Interviews made with the people related to the aforesaid issue are the smugglers that profit from trafficking and thus are uncomfortable with the new protective measures.

It is inexplicable as to how Human Rights Watch would publish such a report. The human trafficking in the region which gives the utmost danger and threat to the refugees should be the subject. Distorting the preventive measures that Turkey has taken to prevent smuggling with misinformation has only benefited the international media groups that are on guard to publish news to the detriment of Turkey. Some international press organs have later removed the article based on the report, which shows that they have corrected their mistake.

Our country has an open door policy for Syrian asylum seekers. While doing this, Turkey is also taking measures to prevent human trafficking, which is an act of humiliation. Thus, within this framework, it is expected for NGOs not to serve indirectly to those who profit from human trafficking.” Mustafa Yeneroğlu further stated.

Yeneroğlu: “İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün raporu gerçeklere dayanmamaktadır.”

İnsan Hakları İzleme Örgütü (Human Rights Watch) 10.05.2016 tarihinde “Türkiye: Sınırdaki Askerler Sığınmacıları Yaralıyor ve Öldürüyor” başlıklı bir rapor yayınladı. Raporda Türk sınır birliklerinin Türkiye’ye geçmeye çalışan kadın, erkek ve çocuk Suriyeli sığınmacılara ateş açtığı, kaba şiddet uyguladığı ve bunun sonucunda da ölümlerle ağır yaralanmaların yaşandığı iddialarına yer verildi. TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Mustafa Yeneroğlu yaptığı açıklamada raporla ilgili, “Bölgeye ait olmayan fotoğrafların kullanıldığı ve insan kaçakçılığından beslenen kişilere dayanan bir raporun İnsan Hakları İzleme Örgütü tarafından hazırlanmış olması anlaşılır değildir.”, değerlendirmesinde bulundu.

Mustafa Yeneroğlu açıklamasında şu ifadelere yer verdi: “Raporda yer alan iddialarla ilgili Genelkurmay Başkanlığımızdan gerekli bilgiler alınmıştır. Buna göre 1 Ocak-10 Mayıs 2016 tarihleri arasında hudut birlikleri tarafından Türkiye’ye kaçak giriş yapan toplam 67.267 kişi yakalanmıştır. Bu durum Türkiye’ye kaçak girişlerin ve bununla birlikte insan kaçakçılığının hangi düzeyde olduğunu ortaya koymaktadır. Hudut hattında alınan tedbirler neticesinde kaçakçılık olayları asgari seviyeye indirilmiştir. Ancak bu durum kaçakçılıktan maddi kazanç elde edemeyen Türkiye ve Suriye’deki organize kaçakçı çetelerini insan kaçakçılığına yöneltmiştir. Bu çeteler paralarını aldıkları çoğunluğu Suriyeli olan şahısları yasa dışı hudut geçişi yapmaya yönlendirmiştir.

Rapordaki iddialar gerçeğe dayanmamaktadır. Hudut hattında gerçekleşen bir müdahale sırasında karşılaşılan herhangi bir ölümlü veya yaralanmalı olayda derhal Askeri Savcılığa ve kolluk kuvvetlerine haber verilmekte, olayla ilgili soruşturma savcılık tarafından yapılmaktadır. Rapor da yer alan fotoğraflar bölgeye ait değildir. Röportaj yapılan şahıslar alınan tedbirlerden rahatsızlık duyan, bizzat bölgedeki kaçakları kullanan ve para alan kişilerdir.

Böyle bir raporun İnsan Hakları İzleme Örgütü tarafından hazırlanmış olması anlaşılır değildir. Yapılması gereken, mültecilere en fazla zarar veren bölgedeki insan kaçakçılığının ele alınmasıdır. Türkiye’nin insan kaçakçılığı ile mücadelesinin gerçeğe dayanmayan bilgilerle çarpıtılması, adeta Türkiye aleyhinde haber yapmak için fırsat kollayan bazı uluslararası medya gruplarının işine yaramıştır. Uluslararası basın organları arasında bazılarının ilgili haberleri sonradan yayından kaldırması hatadan dönüldüğünü göstermektedir.

Ülkemiz Suriye iç savaşından kaçan sığınmacılara karşı açık kapı politikasını sürdürmektedir. Bunu yaparken insan onurunu zedeleyen insan kaçakçılığı ile de mücadele etmektedir. Bu çerçevede uluslararası sivil toplum örgütlerinden beklenen, dolaylı olarak insan kaçakçılığından beslenen kişilerin maksatlarına hizmet etmemeleridir.”