Rechtspopulismus hat Rechtsextremismus gestärkt

“Die Wahlergebnisse sind angesichts deutlicher Gewinne der rechtspopulistischen AfD besorgniserregend. Sie sind zugleich aber auch eine Chance für alle Parteien der Mitte, aus dem Teufelskreis des Rechtspopulismus herauszukommen”, so Mustafa Yeneroğlu (AK Partei), Vorsitzender des Menschenrechtsausschusses der Großen Nationalversammlung der Türkei, anlässlich der Landtagswahlen in den deutschen Bundesländern Baden-Württemberg, Rheinland-Pfalz und Sachsen-Anhalt am vergangenen Sonntag (13.03.2016). Yeneroğlu weiter:

“Dass die rechtsextreme AfD aus dem Stand in drei Landesparlamente eingezogen ist, ist besorgniserregend. In Sachsen-Anhalt wurde sie sogar von fast jedem Vierten gewählt, in manchen Kreisen sogar von jedem Dritten. Auch in Teilen Westdeutschlands gibt es hohe Zustimmungswerte für die AfD. Im Wahlbezirk ‘Mannheim I’ oder in Pforzheim erreichte sie auf Anhieb 23 bzw. 24 Prozent, obwohl in beiden Städten fast jeder Zweite einen Migrationshintergrund hat. Das ist eine klare Mahnung an die etablierten demokratischen Kräfte im Land.

Diese Bewegung hat die Flüchtlingssituation mehr als einmal dazu genutzt, um elementare Menschen- und Minderheitenrechte in Frage zu stellen. Selbst einen Schusswaffengebrauch an der Grenze haben AfD-Führungsleute ins Gespräch gebracht, sie haben massiv Vorurteile und Ängste geschürt mit der Folge, dass in Deutschland an fast jedem Wochenende Straftaten gegen Flüchtende und ihre Einrichtungen verübt werden. Das ist keine gute Entwicklung für ein Einwanderungsland im Allgemeinen und für Deutschland im Besonderen mit seiner Geschichte.

Alle demokratischen Kräfte sind nun aufgefordert, aus diesem Fiasko die richtigen Schlüsse zu ziehen. Ein genauer Blick in die Wahlergebnisse in den Ländern zeigt vor allem zweierlei: Die Übernahme rechtspopulistischer Forderungen und Parolen hat die rechtsextreme AfD gestärkt und nicht die Mitte. Politiker hingegen, die sich von Anfang an klar gegen Rechts positioniert haben und sich trotz öffentlichem Druck nicht gebeugt haben, wurden vom Wähler honoriert – Respekt an dieser Stelle an Malu Dreyer in Rheinland-Pfalz.

Das macht Hoffnung, sofern die Parteienlandschaft sich eingesteht, Fehler gemacht zu haben. Sie haben es versäumt, sich entschiedener für Verfassungswerte stark zu machen. Im Gegenteil haben sie mit teils populistisch motivierten Gesetzesverschärfungen Forderungen rechter Kreise umgesetzt anstatt immer wieder und entschieden klarzumachen, welche Politik eine freiheitlich demokratische Grundordnung gebietet.”

Wahlrecht ist auch eine Pflicht

“Wer bei Wahlen nicht an die Urne geht, verzichtet nicht nur auf ein Recht, sondern kommt auch seiner Verpflichtung nicht nach, als Bürger Verantwortung für sein Land zu übernehmen”, mahnt Mustafa Yeneroğlu (AK Partei), Vorsitzender des Menschenrechtsausschusses der Großen Nationalversammlung der Türkei, anlässlich der Landtagswahlen in Deutschland am Sonntag (13.03.2016).

“Alle Wahlberechtigten in Baden-Württemberg, Rheinland-Pfalz und Sachsen-Anhalt sind an diesem Sonntag gut beraten, an die Urnen zu gehen und eine demokratische Partei aus der Mitte zu wählen. Andernfalls werden populistische und rechtsradikale Parteien, die auf dem Rücken von Minderheiten und Flüchtenden Politik machen, gestärkt.

Deutschland und die gesamte Europäische Union stehen angesichts der Flüchtlingssituation vor großen Herausforderungen. Es geht darum, eine Vielzahl an Menschen aufzunehmen und ihnen Schutz zu gewähren. Aus diesem Umstand versuchen rechte Parteien Profit zu schlagen. Mit einfachen Parolen und vermeintlich einfachen Lösungen hetzen sie gegen die Flüchtenden und schüren Hass. Sie vergiften das gesellschaftliche Klima und treiben einen Keil in die Gesellschaft. Ihnen ist jedes Mittel recht, um ihren Einfluss zu vergrößern.

Das Leben in einem pluralistischen Einwanderungsland ist keine Selbstverständlichkeit, sondern muss immer wieder gestärkt werden. Vor allem muss vor jenen geschützt werden, die sie abschaffen wollen. Die Wahlurne ist eine wichtige Gelegenheit, diesen Spaltern die gebührende Antwort zu geben.”

Almanya’da Eyalet Seçimleri: “Seçimlere katılım, sağ popülizmin yükselişi karşısında bir vatandaş sorumluluğudur.”

13 Mart tarihinde Almanya’nın Baden-Württemberg, Rheinland-Pfalz ve Sachsen-Anhalt eyaletlerinde Eyalet Meclisi Seçimleri yapılacak. İstanbul Milletvekili ve TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Mustafa Yeneroğlu seçimlerle ilgili, “Almanya’nın bir göç ülkesi olduğunu kabul eden ve bu gerçeklikle hareket eden siyasi temelin korunması hususunda eyaletlerdeki seçmenlere büyük sorumluluk düşmektedir.” değerlendirmesinde bulundu.

Mustafa Yeneroğlu açıklamasında, “Bilindiği üzere demokratik düzenlerde oy kullanmak vatandaşların en temel hakkıdır. Böylelikle toplumsal talepler siyasette yer bulmakta, siyasi partiler aracılığıyla yasama sürecine dâhil edilmektedir. Ülkede yaşayan göçmenler ve azınlık kesim içinse seçimlere katılım vatandaşlık hakkının daha da ötesinde bir anlama sahiptir. Zira azınlıkların toplumsal varlıkları, yaşadıkları sorunlar ve talepleri siyasete gösterdikleri ilgi ve seçimlere katılım oranında siyasetçiler tarafından ciddiye alınmaktadır.

Bu çerçevede Pazar günü Almanya’nın Baden-Württemberg, Rheinland-Pfalz ve Sachsen-Anhalt eyaletlerinde yapılacak olan Eyalet Meclisi Seçimlerine katılım ırkçı partilere karşı aktif bir tavır sergileme adına da önem arz etmektedir. 6 Mart’ta Hessen eyaletinde yapılan yerel seçimlerde görüldüğü gibi seçimlere katılımın düşük olması göçmen karşıtı aşırı sağ partilere yaramıştır. Seçimlerde gerekli katılımın sağlanarak merkezde yer alan demokratik kitle partilerine destek verilmesi çokkültürlü toplumsal düzen için tehdit oluşturan sağ popülist partilere fırsat vermeyecektir.

Almanya’nın bir göç ülkesi olduğunu kabul eden ve bu gerçeklikle hareket eden siyasal merkezin korunması hususunda eyaletlerdeki seçmenlere sorumluluk düşmektedir. Federal düzeyde de etkisini gösterecek olan bu seçimlerde seçmenlerin bu sorumlulukla sandığa gideceğini ümit ediyorum.”

“Gençlerimizin anadillerine yönelik yatırım, İsveç’teki vatandaşlarımız için önemli bir sorumluluktur.”

İstanbul Milletvekili ve TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Mustafa Yeneroğlu 10 Mart 1967 tarihinde İsveç ile imzalanan “İşgücü Antlaşması” nedeniyle bir açıklama yaptı. Yeneroğlu yaptığı açıklamada “İsveç’te yaşayan vatandaşlarımız büyük gayret ve fedakârlık göstererek bugünlere geldiler. Gelecekte de Türkiye ile irtibatın devam etmesi için anadile yönelik yatırım, İsveç’teki vatandaşlarımız için önemli bir sorumluluktur. Bu vesileyle İsveç’e göç eden birinci nesli hayırla yâd ediyorum.” dedi.

Mustafa Yeneroğlu şunları kaydetti: “1960’lı yıllarda Batı Avrupa ülkeleriyle imzalanan işgücü anlaşmaları milyonlarca insanımızın kaderini tayin etti. 10 Mart 1967’de İsveç ile imzalanan antlaşma da bunlardan birisidir. Şu an itibariyle yaklaşık yarısı İsveç vatandaşlığında olan 115 bin Türkiye kökenli göçmen İsveç’de yaşamaktadır. Geçen 50 yıllık süre içerisinde İsveç’te yaşayan vatandaşlarımız büyük gayret ve fedakârlık göstererek bugünlere geldiler. Bu sebeple İsveç’e göç eden birinci nesli hayırla yâd etmek istiyorum.

Bugün İsveç’te yaşayan Türkiye kökenli insanımıza baktığımızda hayatın her alanında etkin olduklarını ve toplumun bir parçası haline geldiklerini görüyoruz. Dayanışma içerisinde oluşturdukları sivil toplum kuruluşları, sosyal, kültürel ve dini ihtiyaçları karşılayacak şekilde hizmet veriyor. Bizzat vatandaşlarımız tarafından kurulan yaklaşık 7.000 firma, iş hayatında farklı sektörlerde İsveç ekonomisine katkıda bulunuyor. İsveç Parlamentosunda bulunan 8 milletvekili ve hükümette bulunan 2 Türkiye kökenli Bakan, siyasal temsil konusunda kat edilen mesafenin kanıtıdır.

Bütün bunlarla birlikte Avrupa genelinde görülen sağ popülist partilere yönelik desteğin İsveç’te de artmasını, göçmen vatandaşlarımız açısından endişeyle takip ediyor, bu sürecin göçmenlerin haklarını kısıtlayıcı bir noktaya gelmeyeceğini ümit ediyoruz. Öte yandan vatandaşlarımızın İsveç toplumuna asli bir unsur olarak katılımı devam ederken, Türkiye ile irtibatın korunması da büyük önem taşımaktadır. Bu sebeple Türkçe’nin yeni nesillerde anadil düzeyinde konuşulması için, sivil toplum, yerel Türkçe medya ve kanaat önderleri başta olmak üzere, ilgili tüm aktörlere önemli sorumluluklar düşmektedir.”

“Kin ve nefret saikiyle işlenen cinayetler hak ettiği cezayı bulmalıdır.”

İstanbul Milletvekili ve TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Mustafa Yeneroğlu teröristlerce katledilen Yasin Börü ve arkadaşlarıyla ilgili Ankara’da devam eden dava hakkında, “ Yaşam hakkının vahşice ihlal edildiği bu davada adaleti tesis eden bir kararın çıkacağını ümit ediyorum.” açıklamasında bulundu.  

Yeneroğlu yaptığı açıklamada, “Ülkemizde barış, kardeşlik ve huzurun tesis edilmesi için gösterilen çabalara rağmen HDP’li siyasetçilerin sorumsuz açıklamalarının ardından maalesef 6-7 Ekim olayları vuku bulmuştur. Yakın tarihimizde milletimizi ayrıştırmaya yarayan olaylara ne yazık ki bir yenisi daha eklenmiştir. Özellikle dindar kesimin hedef alındığı olaylarda 50 masum insanımız öldürülmüş, araçlar yakılarak ev ve işyerleri tahrip edilmiştir.

Olaylar sırasında insani yardım amaçlı kurban eti dağıtımıyla meşgul olan Yasin Börü, Ahmet Dakak, Riyat Güneş ve Hasan Gökguz’un vahşice katledilmesi, Yusuf Er’in ise ağır yaralı olarak kurtulması kinin ve nefretin hangi boyuta ulaşabileceğini göstermiştir. Olayla ilgili gerek davayı takip eden avukatların paylaştığı bilgiler gerekse de kamuoyuna yansıyan video görüntüleri tüyler ürperticidir. Maktüllere ve yaralıya yapılanlar, faillerin nasıl bir düşmanca psikolojiyle hareket ettiğini, zihinlerinde var olan nefret tohumlarını yansıtmaktadır.

17si tutuklu 34 sanık hakkında “canavarca hisle veya eziyet çektirerek öldürme”, “devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma” ve “terör örgütü propagandası yapma” suçlarından dolayı Ankara’da devam eden dava, TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanlığımız tarafından yakından takip edilmektedir. Yaşam hakkının vahşice ihlal edildiği bu davada adaleti tesis eden bir kararın çıkacağını ümit ediyorum.“, dedi.

“Dünya Kadınlar Günü, kadına yönelik şiddetle daha fazla mücadele etmemiz gerektiğini hatırlatmalı.”

İstanbul Milletvekili ve TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Mustafa Yeneroğlu 8 Mart Dünya Kadınlar Günü nedeniyle bir açıklama yaptı. Yeneroğlu açıklamasında, “Bilhassa son zamanlarda ülkemizde misafir ettiğimiz mülteci kadınların, mülteci erkeklere kıyasla daha fazla ayrımcılık ve cinsel şiddetle karşı karşıya kalabilme ihtimali, bu sorumluluğumuzun her geçen gün yenilenip yeni meydan okuyuşlarla yüzleştiğini ortaya koymaktadır.” dedi.

Mustafa Yeneroğlu şunları kaydetti: “Kadınla erkek arasında eşit maaş, eşit eğitim ve iş piyasasına eşit giriş imkânları gibi yasal anlamda geçerliliğini koruyan çerçevenin toplumun her alanında uygulanması için kararlı duruşumuzu sürdürmemiz şarttır. Bu ortak amaca ancak medyada cinsiyetçi rol kalıp yargılarının bertaraf edilmesi, yönetici kademedeki kadınların sayısının artırılması, kadınların zorunlu evliliklerden ve kendi tercihlerini yapmaları önündeki aile ve toplum baskılarından korunmaları ile emin adımlarla yürüyebiliriz. Geleneksel ailenin değişim geçirdiği bir zamanda, kadının tercihlerine saygı duyan ve toplumun her alanına katılımını destekleyen bir yaklaşımı benimsemek ve bu yaklaşımı yaygınlaştırmak mecburiyetindeyiz. AK Parti hükûmetlerinin Türkiye tarihinde meclisteki kadın milletvekili oranını düzenli olarak artırması da bu yaklaşımın bir tezahürüdür.

Dünya Sağlık Örgütü’nün verilerine göre kadınların sağlığını en çok tehdit eden şeylerden birisi kadına yönelik şiddettir. Geçmişte “Töre ve Namus Cinayetlerini Araştırma Komisyonu” ve “Kadına Yönelik Şiddetin Sebeplerini Araştırma Komisyonu”nu ile konuyla ilgili kapsamlı araştırma yapan ve Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesine de imza atan ilk ülke olarak kadına yönelik şiddetin temelinde yatan nedenleri belirleyerek bunlarla mücadele etmek konusundaki kararlılığımızı sürdüreceğiz. Sadece kendi vatandaşlarımız olan kadınlara yönelik değil, ülkemiz sınırları içerisindeki tüm kadınlara yönelik yeni şiddet türleri ile mücadele de sorumluluklarımız arasında yer almaktadır. Bilhassa son zamanlarda ülkemizde misafir ettiğimiz mülteci kadınların, mülteci erkeklere kıyasla daha fazla ayrımcılık ve cinsel şiddetle karşı karşıya kalabilme ihtimali, bu sorumluluğumuzun her geçen gün yenilenip yeni meydan okuyuşlarla yüzleştiğini ortaya koymaktadır.

Bu düşüncelerle her dil, din ve etnik kökenden bütün kadınların Dünya Kadınlar Günü’nü kutluyor, bu günün herkes için, kadın-erkek eşitliği, kadınların katılımının artırılması ve şiddetin önlenmesi için sağlam adımlar atmak konusunda yeni bir düşünce ortamı hazırlamasını temenni ediyorum.”

Mustafa Yeneroğlu: “İslam düşmanlığının zirveye ulaştığı 28 Şubat tarihe kara bir leke olarak geçti.”

İstanbul Milletvekili ve TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Mustafa Yeneroğlu 28 Şubat postmodern darbesinin yıldönümü nedeniyle bir açıklama yaptı. Yeneroğlu açıklamasında, “İslam düşmanlığının zirveye ulaştığı bu dönemde yaşanan psikolojik travmalar, işten atmalar, kamudan ve üniversiteden uzaklaştırmalar milletimizde derin izler bırakmıştır. Adaletin tesisi için yaşanan tüm mağduriyetlerin giderilmesi gerekir.” dedi.

Mustafa Yeneroğlu, “28 Şubat 1997’de dönemin Milli Güvenlik Kurulu toplantısında alınan kararlar ülkemizin tarihinde karanlık bir dönemi başlatmıştır. Toplumuna yabancılaşan siyaset, ordu, yargı, medya, akademi ve sivil toplum mensupları İslami duyarlılığı olan kişilere irtica ile mücadele adı altında sistematik ve kurumsal bir zulüm gerçekleştirmiştir. İnanç özgürlüğü ve ifade hürriyeti gibi temel insan haklarının ayaklar altına alındığı 28 Şubat sürecinde milletimiz ekonomik, eğitim, sosyal ve hukuki alanlarda ağır bedeller ödemiştir.

Postmodern darbe sürecinde 11 bin öğretmen istifa etmek zorunda bırakılmış, 3 bin 527 öğretmenin görevine son verilmiştir. Eğitim hayatında 600 bin başörtülü öğrencinin okullara ve üniversiteye gidememesi, katsayı engeli nedeniyle 12 milyon 80 bin meslek lisesi öğrencisinin de istediği üniversitede eğitim görememesi nedeniyle milyonlarca genç insanın geleceğiyle oynanmıştır. 1.635 askerî personel YAŞ kararlarıyla meslekten ihraç edilmiştir. 4.625 kişi fişlenmiş, 2.500 kişi ise emekliye sevk edilmiştir. Ülkemize ekonomik olarak 387 milyar dolara mal olan sürecte 28 Şubat’ı destekleyen medyaya 3 milyar dolar kredi kullandırılmıştır. 1.732 Kur’an kursu kapatılmış ve millî iradenin yansıması olarak yüzde 22 oy almış Refah Partisi kapatılmıştır.

Bu vesileyle bütün antidemokratik uygulamalara ve baskılar ferasetle direnen, milletimizin esas ihtiyacı olan sükûnete ve huzura davette bulunarak birçok hesabı boşa çıkaran 54. Hükümet Başbakanı ömrünü davasına adamış bilge lider merhum Prof. Dr. Necmettin Erbakan hocamı rahmetle anıyorum. Refah Partisi’nin kapatılmasını hem insanlık tarihindeki hukuk mücadelesi perspektifinden hem de Türkiye’nin parti kapatmalarla dolu demokrasi tarihi açısından değerlendirip ‘Olay tarihî akışı içerisinde fevkalade basit bir olaydır’ şeklinde yorumlaması bugün bakıldığında çok daha iyi anlaşılmaktadır. Türkiye’de demokrasinin önünün açılması birçok partinin kapanmasına varan mücadeleler sonucunda mümkün olabilmiştir. 28 Şubat sürecinde merhum Prof. Dr. Necmettin Erbakan hocamızın mücadelesi geleceğe emin adımlarla yürümek isteyen Cumhuriyetimiz için önemli derslerin çıkarılacağı bir hazine olarak durmaktadır. Demokrasimiz zor zamanlarda verilen bu mücadeleler ile bugün daha güçlüdür. Bu mücadelenin ismi bilinmeyen tüm kahramanlarına da buradan minnetlerimi sunuyorum.

‘Ülkemizde Demokrasiye Müdahale Eden Tüm Darbe ve Muhtıralar ile Demokrasiyi İşlevsiz Kılan Diğer Tüm Girişim ve Süreçlerin Tüm Boyutları ile Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi’ amacıyla kurulan Türkiye Büyük Millet Meclisi Araştırma Komisyonu’nun 2012 yılında yayımladığı raporda 28 Şubat sürecinde alınan MGK kararlarının uygulanması, medyanın rolü, devlet ve toplum üzerindeki yansımaları, yargısal boyutu gözler önüne serilerek yapılan haksızlıklar tescil edilmiştir.

Adaletin tesisi adına bu postmodern darbenin devam eden etkileri önlenmeli ve mağdurların yaraları sarılmalıdır. TBMM tarafından hazırlanan raporda darbeden etkilenen kişilere sadece örnekler bazında yer verilmiş, hak ihlallerinin tespiti ve mağduriyetlerin giderilmesine yönelik çözüm önerileri sunulmamıştır. Bu eksikliği gidermek, devam eden mağduriyetleri, idari ve yasal çözüm önerilerini tespit etmek için komisyonumuz bünyesinde ‘28 Şubat Sürecinin Neden Olduğu Hak İhlallerinin ve Devam Eden Etkilerinin Araştırılması Alt Komisyonu’ kurulacaktır.” açıklamasında bulundu.

“No to deportation of immigrants”

The initiative that aims to deport foreigners and immigrants out of the country will be put to the public vote on the 28th of February. Providing that the initiative is adopted, the foreigners in the country can be expelled from the country under a minor offence without an appeal and will not be allowed to return under any circumstances in the next 5 to 15 years. The head of the Committee on Human Rights Inquiry of the Grand National Assembly of Turkey, İstanbul MP Mustafa Yeneroglu evaluated the matter by stating “I believe that the Swiss public will choose not to adopt this initiative that is incompatible with the fundamental rights, which is situated in Switzerland’s constitution, as well as many international conventions, including the European Convention on Human Rights. Thus I believe that Switzerland, who hosts many international organisations such as the United Nations will reason with human rights, the rule of law and democracy.”

Yeneroglu further stated “the initiative that will be put to the public vote on the 28th of February 2016 is an issue that directly involves Turkish citizens along with more than 2 million other country citizens that live in the country. If this initiative, which means the expansion of the scope and hardening the deportation initiative referendum that was voted in 2010, will be adopted, it will harm the multicultural society, democracy and state of law of Switzerland.

The Federal Parliament of Switzerland and the government state that the initiative contradicts many international conventions. Both the European Convention on Human Rights and Free Movement of People Switzerland – EU/EFTA deem deportation if the person/s who commit crimes that are a threat to the public order and/or state security, are found guilty. On the other hand, according to international treaties, measures are predominantly granted in expulsion and extradition cases in order to prevent the removal of the migrant/applicant to a country where he/she may be subjected to violent treatment such as torture, dehumanising or other inhumane treatments. Laws on prohibition of deportation is clearly stated in the United Nation’s Convention against Torture and Other Cruel, Inhuman or Degrading Treatment or Punishment, UN International Covenant on Civil and Political Rights, The 1951 Refugee Convention, and also UN Convention on the Rights of a Child. Thus, deportation that is not based on the above conventions can be considered as discrimination on foreigners.

The issues in the initiative that will be put to public vote this month is not limited to the contexts of international laws. The adoption of the initiative will directly act on the right to respect for one’s “private and family life, his home and his correspondence, as stated in Article 8 of the European Convention on Human Rights. Furthermore, the adoption of this initiative will cause Switzerland to constantly and regularly violate the European Convention on Human Rights and increase the risk of Switzerland terminating the European Convention on Human Rights system in the long term. Likewise, forbidding foreigners’ right to appeal within the framework of the initiative neglects the two fundamental principles of international law on human rights, the principle of proportionality and legal case-to-case assessment. The initiative that aims to write a detailed provision to the Federal Constitution means an intervention to the Federal Parliament which has the legislative competence and legislation task according to principle of separation of powers.

The initiative will also cause social issues and will bring with it victimisation, family fragmentation, and loss of people that are part of the Switzerland society. Many second and third generation foreigners who were born and grew up in Switzerland will be put in the danger of being sent back to their home countries that they have no social connections with, may have never visited, and worse may be undergoing human rights violations. What is more, the posters that show the white sheep standing on a Swiss flag kick the black sheep over the edge clearly shows that this initiative is prepared with racist and xenophobic motives.

I am certain that Switzerland that host many international organisations like the United Nations that aim for the peace of people and the government will contribute to not damage their international reputation and protect common sense in the context of human rights, rule of law, and democracy. Within this framework I appreciate the counter-inititaive works of esteemed lawyers, politicians and non governmental organisations and invite the citizens of Switzerland to vote NO on the 28th of February.”

Nein zur Ausweisung von Migranten in der Schweiz!

“Ich bin überzeugt, dass die Schweizer kein Gesetz wollen, das unvereinbar ist mit der Schweizer Verfassung, mit internationalen Verträgen und der Menschenrechtskonvention”, erklärt Mustafa Yeneroğlu (AK Partei), Vorsitzender des Menschenrechtsausschusses der Großen Nationalversammlung der Türkei, anlässlich der schweizer Volksabstimmung am 28. Februar 2016 über eine Gesetzesvorlage, wonach die Abschiebung von Migranten mit ausländischer Staatsangehörigkeit massiv erleichtert werden soll.

“Die Schweiz ist Gastgeber für verschiedene internationale Organisationen, wie die Vereinten Nationen. Durch ein ‘Nein’ zur Gesetzesvorlage wird das Volk die Bedeutung der Menschenrechte, die Überlegenheit des Rechtsstaates und die demokratische Grundordnung abermals unterstreichen. Das zur Abstimmung stehende Gesetz hat dramatische Folgen für zwei Millionen Menschen, die ihren Lebensmittelpunkt in der Schweiz haben, dort gesellschaftlich wie familiär fest verankert sind.

Die Gesetzesinitiative richtet sich aber auch gegen die demokratische, rechtsstaatliche Ordnung. Sie ist unvereinbar mit internationalen Vereinbarungen wie der Europäischen Menschenrechtskonvention oder dem EU-Freizügigkeitsabkommen. Danach können Personen nur dann ausgewiesen werden, wenn sie für eine Straftat schuldig befunden wurden und eine Gefahr für das Land und die öffentliche Ordnung darstellen.

Über zahlreiche juristische Probleme hinaus, birgt das zur Abstimmung vorgelegte Gesetz aber auch gesellschaftliche Gefahren: Familien werden auseinandergerissen, die schweizerische Gesellschaft fragmentiert. Denn betroffen sind Menschen, die in der Schweiz geboren und aufgewachsen sind und nur die schweizerische Staatsangehörigkeit nicht besitzen. Diese Menschen könnten in Länder ausgewiesen werden, die sie persönlich überhaupt nicht kennen.

Welche Gesinnung hinter diesem Gesetzesvorhaben steckt, legen die Werbeaktionen der Gesetzes-Initiatoren offen zutage: Es ist eine rassistisch und fremdenfeindlich motivierte Aktion. Um nichts anderes geht es. Ich bin überzeugt, dass das Schweizer Volk diesem Treiben mit einem klaren ‘Nein’ die Rote Karte zeigen wird. Die zahlreichen Gegen-Initiativen zu diesem Gesetzesvorhaben stimmen mich hoffnungsvoll.”

Gün birlik ve kardeşlik günü, terörü lanetleme günüdür.

TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu üyeleri Ankara‘da terör saldırısının gerçekleştirildiği Merasim Sokak‘ı ziyaret ederek 28 şehidin anısına 28 karanfil bıraktılar. Komiyon Başkanı Yeneroğlu ziyarette yaptığı açıklamada, „Terörün dili, dini ve rengi yoktur; sadece bir amacı vardır. Bu da, kaos ve huzursuzluğun ortamını oluşturmaktır.“, dedi.

Mustafa Yeneroğlu ziyarette yaptığı açıklamada, „Hain saldırı, bizlere terörün hiçbir vicdani ve insani değer tanımadığını tekrar tekrar gösterdi. İnsanı değersizleştiren, hatta yok sayan zihniyetin, amacına hiçbir şekilde ulaşması mümkün değildir. Terörün dili, dini ve rengi yoktur; sadece bir amacı vardır. Bu da, kaos ve huzursuzluğun ortamını oluşturmaktır.

Buna da verilecek en güzel cevap devleti ve milletiyle tek bir yürek olmaktır. Bu konuda, tüm siyasi partilerimizi, sivil toplum kuruluşlarımızı, basın ve yayın organlarını, devletimizin terörle olan mücadelesinde birlik olmaya davet ediyoruz.

Gün birlik ve kardeşlik günü, gün virgülsüz ve ama’sız kamu düzenine yeltenen illegal yapıları ve eylemleri reddetme günüdür, gün terörü lanetleme günüdür. Bir kez daha, bu saldırılarda hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, ailelerine ve milletimize başsağlığı, yaralılara da acil şifalar diliyoruz.“ dedi.