Yeneroğlu: “Yurtdışı seçmen için Türkiye’nin kaderine ortak olma vakti”

AK Parti İstanbul Milletvekili ve İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Mustafa Yeneroğlu Köln Başkonsolosluğunda oyunu kullandı. Yeneroğlu burada yaptığı açıklamada halk oylamasına katılım çağrısını yineleyerek, “Yurt dışındaki vatandaşlarımızın siyasi katılımı bir vatandaşlık sorumluluğundan öte Türkiye ile bağların canlı bir şekilde muhafaza edildiğinin de en büyük kanıtı olacaktır.” dedi. Yeneroğlu açıklamasında ayrıca şunları ifade etti:

“Yurtdışındaki seçmenler farklı tarihlerde olmak üzere anayasa değişikliği halk oylaması için 57 ülke ve 120 noktada oylarını kullanabilecekler. Almanya, Avusturya, Belçika, Fransa, İsviçre ve Danimarka’da sandıklar bugün açılmıştır. 9 Nisan Pazar gününe kadar açık olan sandıklarda her gün saat 9:00-21:00 arasında oy kullanmak mümkündür. Diğer Avrupa ülkeleriyle birlikte ABD, Avustralya ve Kanada’da yaşayan vatandaşlarımız da bu ülkeler için belirlenen tarihlerde sandık başına gideceklerdir.

Yurt dışındaki vatandaşlarımızın siyasi katılım haklarını kullanmaları her şeyden önce bir vatandaşlık sorumluluğudur. Kullanacakları oylarla Türkiye’nin geleceğinin belirlenmesinde ne denli kilit bir konuma sahip olduklarını göstereceklerdir. Bunun yanında Türkiye’nin kaderine ortak olduklarını gösteren güçlü bir mesaj vereceklerdir.

Bir ülkenin kalkınmasında, refah seviyesinin yükselmesinde siyasi istikrar temel unsurdur. Bu husus ülkemizde milletimizin takdiriyle Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemiyle hayata geçirilecektir. Yasama ve yürütme organlarıyla bağımsız ve tarafsız bir yargının güçlenmesi sağlanacaktır. Bu kapsamda yurtdışındaki insanlarımızın sandığa gösterecekleri ilgiyle geleceğin Türkiyesine katkıda bulunmaları büyük bir kazançtır. Referandumda oy kullanacak bütün yurtdışı seçmenlerimizi Türkiye’yi daha demokratik bir geleceğe taşımak için ‘evet’ demeye çağırıyorum.”

Yeneroğlu: “Yurtdışı seçmenlerimizi yarından itibaren ‘evet’ oyunu kullanmaya davet ediyorum.”

Anayasa değişikliği halk oylaması için yurt dışında yaşayan vatandaşlar yarın oy kullanmaya başlayacak. Konuyla ilgili açıklama yapan AK Parti İstanbul Milletvekili ve TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Mustafa Yeneroğlu, ‘‘Yurtdışı seçmenlerimiz vatandaşlık bilinciyle hareket ederek ülkemizin kaderini belirleyecekler. İnancım odur ki, bu süreçte de millet iradesine müdahale etmeye çalışanlara yurt dışındaki seçmenimiz en güzel cevabı sandıkta verecektir.” dedi. Yeneroğlu şunları kaydetti:

“Bulunduğu coğrafyada kilit noktada olan ülkemizin siyasi sisteminin yeniden düzenlenmesi temel ihtiyaçtır. Bu noktada millet egemenliğinin tam anlamıyla tesis edilmesi şarttır. Bunu sağlayacak olan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemiyle siyasi istikrarını güçlendiren bir döneme geçiş yapılacaktır.

Bu dönüm noktasında yurtdışında bulunan 3 milyona yakın seçmene tarihi bir görev düşmektedir. Vatandaşlık bilinciyle hareket ederek ülkemizin kaderini belirleyeceklerdir. İlk olarak yarın Almanya, Avusturya, Belçika, Fransa, İsviçre ve Danimarka’da yaşayan seçmenlerimiz oy kullanmaya başlayacak. Diğer ülkelerde farklı tarihlerde açılacak sandıklarda vatandaşlarımız 9 Nisan tarihine kadar siyasi iradelerini sandığa yansıtacaklardır. Gümrüklerde oy kullanma işlemiyse 16 Nisan tarihine kadar devam edecektir.

Bazı Avrupa ülkelerinde siyasiler ve basının önemli bir bölümü yoğun bir biçimde ‘hayır’ için çalışmaktadırlar. Yine terör örgütü yandaşları hiçbir engellemeyle karşılaşmamakta, aksine adeta teşvik edilmektedir. Diğer yandan halk oylamasında ‘evet’ diyecek olanların toplanma ve fikir özgürlükleri ellerinden alınmaktadır. Böyle bir dönemde tüm memleket sevdalıları büyük bir sorumluluk taşımaktadır. Unutmayalım ki milletimiz 15 Temmuz darbe girişimi gibi bugüne kadar birçok müdahaleye karşı eşine az rastlanır bir duruş sergilemiş, Türkiye’nin istikametine yalnızca millet iradesinin karar vereceğini tüm dünyaya göstermiştir. İnancım odur ki, bu süreçte de millet iradesine müdahale etmeye çalışanlara yurt dışındaki seçmenimiz en güzel cevabı sandıkta verecektir. Geleceğin Türkiye’sini inşa etmek için her bir seçmeni yarından itibaren ‘evet’ oyunu kullanmaya davet ediyorum.”

Yeneroğlu: “Irkçılık tehdidi siyasi retorikle doğrudan alakalı”

TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı ve İstanbul Milletvekili Mustafa Yeneroğlu, 21 Mart Uluslararası Irkçılıkla Mücadele Günü nedeniyle yaptığı basın açıklamasında, “Her türlü ırkçılığa ve ayrımcılığa karşı en önemli çözüm anahtarı ırkçı retorikten uzaklaşmaktır.” dedi. Yeneroğlu şunları kaydetti:

“21 Mart 1960 tarihinde Güney Afrika’nın Sharpeville kentinde, Apartheid uygulamalarını protesto etmek isteyen göstericilere polis tarafından ateş açılması sonucu 69 kişi yaşamını yitirmiştir. Yaşanan bu elim hadisenin ardından Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 1966’da aldığı kararla tüm dünya ülkelerinin ırk ayrımcılığını önlemek için çalışmasının gerekliliği üzerinde durmuş ve 21 Mart’ın Uluslararası Irk Ayrımcılığı İle Mücadele Günü olarak ilan edilmesine karar verilmiştir.

Günümüzde ‘üstün ırk’ ifadesinden daha farklı bir söyleme bürünen ırkçılık, artık biyolojik değil ekonomik ve kültürel temelli olarak hayat bulmaktadır. Böylelikle kültürel farklılık mutlaklaşıp ırkçılığın zemini hâline gelmektedir. Bu doğrultuda azınlık konumundaki etnik ve dinî gruplara karşı sergilenen önyargı ve hoşgörüsüzlüğün ulaştığı boyut endişe vericidir. Son derece vahim bir tablo oluşturan bu durumun tek çözümü farklılıklara yönelik eşitliğin samimi biçimde uygulanması olacaktır.

Bugün kâğıt üzerinde özellikle Avrupa ülkeleri ırkçılığa ve ayrımcılığa karşı olduklarını iddia etseler de mültecilere reva görülen muamele, İslam dininin ve doğu kültürünün terörizmle bağdaştırılması, entegrasyon adı altında asimilasyon politikaların yürütülmesi, azınlıklara ait binalara ve İslami kuruluşlara yönelik saldırılar karşısında etkin önlemlerin alınmaması, bireysel ve kurumsal eşitliğin sağlanması için gerekli uygulamaların engellenmesi veya ertelenmesi ve ırkçılıkla gerçek anlamda mücadele edilmemesi tam aksini kanıtlamaktadır. Ayrıca halkoylaması çalışmaları kapsamında engellenen halk buluşmalarına ve başörtüsü ile ilgili Avrupa Adalet Divanı’nın aldığı talihsiz kararlara baktığımızda da siyasal ve kültürel ırkçılığın etkilerini görmekteyiz. Bu hadiselerin tamamı, silinmesi mümkün olmayacak kara lekeler olarak tarihte yerini almaktadır. Bu bağlamda ırkçılığın toplum nezdindeki yansımalarının önüne geçilmesinin ırkçı retorikten uzaklaşmak olduğu da es geçilmemelidir.

Irkçılığın yol açtığı 2. Dünya Savaşı’nın acı tecrübesini ve büyük yıkımı yaşamış Avrupa’nın tekrar aynı tuzağa düşmesi, hem dünya barışı ve huzuru için tehlike çanlarını çalmakta hem de tarihten ders alınmamasının acı bir örneğini göstermektedir.”

Almanya’da PKK yürüyüşüne izin – Çirkin ikiyüzlülük

TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı AK Parti Milletvekili Mustafa Yeneroğlu, 21 Mart tarihinde Frankfurt’ta düzenlenecek PKK yürüyüşü münasebetiyle bir açıklama yaptı. “Türkiye Hükûmeti mensuplarının Almanya’daki programları engellenirken, PKK’nın taşeron yapılanması NAV-DEM’in 20 bin kişiyle Frankfurt’ta yürüyüş yapmasına müsaade edilmektedir. Bu anlayışla Federal Hükûmetin terörle mücadele hususunda güvenilirliği yoktur.” diyen Yeneroğlu sözlerini şöyle sürdürdü:

“Bu hamle bardağı taşıran son damla olmuştur. Almanya’da yaşayan Türkiye kökenli vatandaşlar, Alman siyasilerin söz konusu Türkiye siyaseti olduğunda çifte standartlı tavır sergilediklerinden artık emindirler. Bir yanda demokratik seçimlerle göreve gelen Türkiye hükûmeti yetkilileri engellenirken, diğer tarafta PKK’nın taşeron yapılanmasının Frankfurt gibi bir metropolde 20 bin kişi ile yürüyüş iznine, hakikatte ne oldukları herkesin malumu iken kendilerini barış örgütü gibi sunmalarına müsaade edilmektedir.

Almanya’nın İç İstihbarat Dairesi olan Federal Anayasayı Koruma Dairesi verilerine göre NAV-DEM örgütü PKK’nın Almanya’daki taşeron yapılanmasıdır. PKK ve siyasi kanadı, örgütün lider kadrosunun direktiflerinin yerine getirilmesinde ve tabana bilgi akışının sağlanmasında Almanya’daki örgütleri kullanmakta, bu dernekler PKK mensuplarının buluşma noktası ve başvuru merkezi olarak hizmet vermektedir. Bu derneklerin çatı kuruluşu, 2014 yılı haziran ayında adını NAV-DEM olarak değiştiren YEK-KOM örgütüdür.

Bu çifte standart, geçtiğimiz haftalarda yaşananlar noktasında asıl niyeti ortaya çıkarmaktadır. Eğer Federal Hükûmet Türkiye içi siyasi meselelerin Almanya’ya taşınmasını istemiyorsa, o zaman samimi olmalı ve bilhassa da PKK’ya yakın terör örgütlerinin yürüyüşlerine müsaade etmemelidir. Hâlihazırdaki duruma baktığımızda Federal Hükûmet’in Türkiye iç siyasetine karıştığını, hatta bizatihi siyasi bir aktör olarak sahne aldığını düşünmemek elde değildir.

Bu tutum, daha yeni tekrar edilen Öcalan posteri yasağının tam anlamıyla göstermelik olduğunu teyit etmektedir. Almanya’nın bu tutumuyla terörle mücadelede güvenilir bir partner olarak kabul edilmesi mümkün değildir. Anlaşılan terör sadece Almanya’yı veya Avrupa’yı hedef aldığında kötü bir şey olarak görülmektedir.

Değinilmesi gereken bir diğer husus da kamuya ait medya kurumlarının bile NAV-DEM’i barış aktivistlerinden oluşan bir Kürt derneği, yapılacak olan yürüyüşü de yeni yıl bayramı olarak sunmalarıdır. Terör örgütü PKK’nın taşeron yapılanmasının sözde ‘demokrasi ve barış’ için yapacağı yürüyüşü her kim sorgulamayı dahi akıl edemiyorsa, hem gazeteciliğin gereklerini yerine getirmiyor hem de yürüyüşü düzenleyenlere iş birlikçi oluyor demektir.”

Yeneroğlu: “Adalet Divanı’ndan çıkan başörtüsü kararı Müslümanların dışlanmasını körükleyecektir.”

Avrupa Adalet Divanı’nın başörtüsü kararı nedeniyle bir basın açıklaması yapan İstanbul Milletvekili ve TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Mustafa Yeneroğlu, “Karar son derece dışlayıcı ve Avrupa’nın temel iddialarına aykırıdır.” dedi. Yeneroğlu şunları ifade etti:

“Avrupa Adalet Divanı, işverenlerin çalışanların başörtüsü takmasını yasaklamaya hakkı ve yetkisi olabileceğine karar vermiştir. Bu kararını; görünür politik, felsefi ya da dini sembollerin takılmasını yasaklayan bir iç kuralın doğrudan ayrımcılık anlamına gelmediği ve işveren kurumun tarafsız imajını koruma gayesinin meşru bir amaç olduğu görüşüyle gerekçelendirmiştir. Adalet Divanı aynı zamanda, işveren kurumun dini sembolleri yasaklama konusunda bir politikası olmaması halinde, müşterilerin çalışanların başörtüsünü çıkarmasını talep etme konusunda haklarının olmadığına da hükmetmiştir.

Davaya konu olan olaylarda, başörtülü çalışanlara karşı dine dayalı doğrudan ayrımcılığın yapıldığı gayet açıktır. Söz konusu yasağın, “işveren kurumun tarafsız imajı” gibi bir sebeple meşru gösterilmeye çalışılması, dini özgürlüğün hangi sebeple kısıtlandığını gösteren tuhaf bir izahattır. Avrupa’da yaşayan gruplar arasında en çok ayrımcılığa uğrayan kesimlerin başında, Müslüman kadınlar gelmektedir. Alınan karar ile bu durum daha kötü bir hale sokulmuştur. Çalışma hayatına katılmaları konusunda ciddi bir engel yaratılmıştır.

AB Adalet Divanı kararları sadece dava konusu olan ülkelerde değil, Avrupa Birliği üye ülkesi olan 28 ülkede geçerlidir ve bu ülkelerde yaşayan herkese doğrudan etkisi olacaktır. Bu karar ile birlikte, kamuda dini sembollerin giyilmesini ve normal hayatta peçe giyilmesini yasaklayan Fransa ve Belçika gibi ülkelerin artması, özel sektör işverenlerin başörtüsü veya diğer dini sembolleri kullanan çalışanları işe almaması bir gerçeklik olarak karşımızda durmaktadır. Son olarak, Avrupa’da var olan ve günden güne yükselen islamofobi Avrupa Birliği Adalet Divanı’nın bu kararı ile birlikte kendisine yeni bir hukuki gerekçe daha bulmuştur. Daha da kötüsü, Avrupa’da yükselen aşırı sağın eli bu kararla birlikte daha da güçlenmiştir.

Bilindiği üzere din ve inanç özgürlüğü ile ayrımcılık yasağı, tüm uluslararası insan hakları sözleşmelerinde ve belgelerinde yer alan özgürlüklerin en önemlilerinden ikisi olarak yer almaktadırlar. Her fırsatta, hoşgörü ve toleransın beşiği olarak kendini sunan, kadın ve erkek eşitliğini sağlamanın temel gayesi olduğunu iddia eden Avrupa’nın Adalet Divanı’nda bu yönde olumsuz bir kararın çıkması, farklılıklarla bir arada yaşama ilkesine ciddi manada zarar verecek ve özellikle Müslüman kadınları iş ve toplumsal hayattan daha fazla dışlayacaktır.”

Yeneroğlu: “Hollanda için asıl tehdit ırkçı söylemlerin hakimiyeti.”

AK Parti İstanbul Milletvekili ve TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Mustafa Yeneroğlu Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Sayın Fatma Betül Sayan’ın Hollanda’dan sınır dışı edilmesi ve polisin hukuksuz şiddeti üzerine açıklama yaptı. ‘‘Hollanda kendi hukukunu, uluslararası teamülleri ve diplomatik nezaketi ayaklar altına alarak iki ülke arasındaki dostluğu hiçe saymıştır. Bu benzersiz hukuksuzluğun bahanelerle meşrulaştırılmaya çalışılması her şeyden önce Hollanda’nın geleceği açısından endişe vericidir.” diyen Yeneroğlu şunları kaydetti:

“En doğal demokratik tepkilerini dile getiren halka ve Sayın Bakan’a reva görülen muamele, Hollanda vatandaşı olmasa bile ülkede bulunan herkesin eşit muamele görmesini şart koşan Hollanda Anayasası’na aykırıdır ve toplantı hakkını bütünüyle ihlal etmektedir. Sayın Bakan’ın kamusal olmayan bir alanda yapmayı planladığı toplantının, ortada herhangi bir tehdit ya da kargaşa ihtimali olmaksızın engellenmesi büyük bir skandaldır. Yine kadın ve yaşlı demeden önüne gelene at, köpek ve copla saldıran emniyet güçlerinin halleri de Hollanda adına yıllarca silinemeyecek büyük bir rezalettir. Aynı şekilde Rotterdam Belediye Başkanı tarafından OHAL ilan edilmesi için de gerekli sebepler bulunmamakta, bu yönde bir girişim hiçbir nesnel argümanla gerekçelendirilememektedir.

Kamu düzeninin bozulması ya da kamu güvenliğinin tehlikeye girmesi gibi olasılıkların esamesi bile okunmazken Sayın Bakan’a yönelik, diplomasiyle hiçbir şekilde bağdaşmayan bu nezaketsizliğin sonradan hukuken meşrulaştırılmaya çalışılması gülüncün de ötesindedir.

Hollanda siyasileri ‘Hollanda’da yabancı bir ülke için seçim programı yapılması’ndan yakınırken, ‘hayır’ kampanyasını yürütenleri desteklerken içlerinde aşırı sağcı Geert Wilders’in partisinin de olduğu üç siyasi parti temsilcisinin Hollanda’nın Londra Büyükelçiliğinde seçim programı yapmaları bu çifte standardın en açık örneğidir. Kaldı ki Aile Bakanımızın programında halkoylaması gündemde yoktu.

Bütün bu komediyi katlanılması zor bir evreye sokan en önemli şey ise Rotterdam’da polisin Sayın Bakan’a destek için gelen vatandaşlarımıza yönelik kullandığı orantısız güçtür. Ziyaret ettiğim yaralı vatandaşlarımızın da teyit ettikleri gibi şiddet göstermeyen insanlara hunharca saldırılmış, Hollanda kendi hukukunu eşsiz bir biçimde çiğnerken polisin faşizan uygulaması çok büyük bir ayıp olarak tarihe geçmiştir. Sadece aşırı sağcı Geert Wilders’in Sayın Bakan’a yönelik muameleyi nasıl şevkle karşıladığı ve polisin acımasız şiddetine Hollanda’daki ırkçı çevrelerin nasıl alkış tuttuğu incelendiğinde bile bu muamelenin kime ve neye çanak tuttuğu anlaşılacaktır.

Yaşananlar, başta Hollanda’daki vatandaşlarımızın güvenliğini sağlamak amacıyla, sağduyulu bir tutuma duyulan ihtiyacı göstermektedir. 400 yıllık bir geçmişe dayanan iki ülke arasındaki dostluk ilişkisinin yeniden normal bir zemine kavuşabilmesi için Hollandalı siyasiler seçim öncesi aşırı sağcı oylardan nemalanabilmek ümidiyle Hollanda için büyük tehdit olan sağ söylemleri benimsemek gibi endişe verici yönelimlerden vazgeçmelidir. Çünkü Hollanda için en büyük tehdit, kendi vatandaşlarıyla kendi konsolosluğunda buluşması hukuksuzca engellenen Türkiye Cumhuriyeti Bakanı değil, kültüralist ve ırkçı söylemlerin ülkeye daha fazla hakim olarak geleceğini karartmasıdır.”

Yeneroğlu: “Baskı ve engellemelere karşı cevabı sandıkta vereceğiz!”

AK Parti İstanbul Milletvekili ve TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Mustafa Yeneroğlu Hollanda’nın kararını sert bir dille eleştirdi. ‘‘Dışişleri Bakanımızın Hollanda’ya yapacakları ziyaretin uçuş izninin iptal edilmesi akıl tutulmasının bir göstergesidir. Bu provokasyonlara gelmeden süreci kararlılıkla ve sükûnetle takip ederek sandıklardan en az bir milyon EVET’in çıkması, bu girişimlere karşı verilecek en güzel cevap olacaktır.” diyen Yeneroğlu şunları kaydetti:

“Almanya, Hollanda, İsviçre ve Avusturya’da Bakanlarımızla Milletvekilimizin programlarının iptal girişimlerini hayret ve endişeyle yaşıyoruz. Almanya’nın başlattığı ve Hollanda’daki güncel gelişmeyle zirveye tırmanan bu krizin aşılması için bu ülkelerin siyasilerini aklı selime davet ediyorum. Toplanma ve fikir özgürlüğünün yanı sıra Viyana Sözleşmesini’de hiçe sayan bu uygulamalar hukuk devleti prensibini dilinden düşürmeyen devletlerin acziyetini gözler önüne seriyor.

İçinden geçtiğimiz hassas süreçte çifte standardın alası yaşanıyor. Bir yandan Türkiye’nin iç meselelerinin bu ülkelere taşınmaması dillendiriliyor. İlgili yerel makamların baskılarıyla salonlar iptal ediliyor. Batı Avrupa ülkeleri bir taraftan tüm kamu imkanlarını kullanarak referandumda hayır çıkması için çabalıyor diğer taraftan da PKK yandaşlarının etkinliklerine her türlü desteği veriyor. Bu ülkeler halk oylamasında ‘Hayır’ tarafında yer alan bir parti gibi hareket ederek Türkiye’nin geleceğini tayin etmeye çalışıyor.

AK Parti olarak yıllardır milletimiz üzerinde var olan vesayetten kurtulma mücadelesi veriyoruz. Tam da anayasa değişikliği referandumuyla son noktayı koymayı hedeflerken şimdi de bu ülkelerin yurtdışı seçmenlerimiz üzerinden müdahalesiyle karşı karşıyayız. Bu kapsamda Dışişleri Bakanımızın Hollanda’ya yapacakları ziyaretin uçuş izninin iptal edilmesi akıl tutulmasının bir göstergesidir. 15 Mart’ta yapılacak genel seçimlerde ırkçı Wilders’e karşı icraat ve söylemleriyle çözüm bulamayanlar Türkiye üzerinden puan toplamaya çalışıyor.

Tüm bu yaşananlar karşısında tek çözüm, 27 Mart-9 Nisan tarihleri arasında başta Almanya, Hollanda, İsviçre ve Avusturya olmak üzere tüm Avrupa ülkelerinde yapılacak olan halk oylamasında sandıklara akın etmektir. Süreci bu provokasyonlara gelmeden ve sükûnetle takip ederek sandıklardan en az bir milyon EVET’in çıkması, bu girişimlere karşı verilecek en güzel cevap olacaktır.”

Yeneroğlu: “Almanya’nın PKK’ya tutumu göstermelik mücadelenin ötesine geçmeli”

TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı AK Parti Milletvekili Mustafa Yeneroğlu Federal Almanya Hükûmeti’nin PKK elebaşı Abdullah Öcalan’ın resminin yer aldığı bayrakları yasaklaması münasebetiyle bir açıklama yaptı. “Somut olarak ne anlama geldiğini göreceğiz, çünkü 1993 yılından beri zaten yasak olan, bakanlıktan gelen bu kararla trajikomik bir biçimde daha da yasak hâle gelmiş oluyor. Ümidimiz, PKK ile mücadelenin şimdiye kadar yürütülenin aksine ciddiyetle yürütülmesidir.” diyen Yeneroğlu sözlerini şöyle sürdürdü:

“Alman iç istihbarat servisi verilerine göre yasaklı terör örgütü PKK Avrupa’yı ve Almanya’yı geri çekilme, militan toplama ve finansman sağlama alanı olarak kullanmaktadır. Çete, Almanya sınırları içerisinde insanları silahlı mücadele için örgüte kazandırmakta ve haraç toplamaktadır. Bu bilgiler hem federal düzeyde hem de eyaletler bazında Anayasayı Koruma Daireleri raporlarında yer almaktadır. Kendilerini gizleme gereği bile duymayan taşeron yapılanmalar tarafından uzun yıllardan beri şehirlerin en merkezî alanlarında propaganda stantları kurulmaktadır. Gözlerini bu hakikatlere kapamayan herkes bunlara hemen hemen Almanya’nın her şehrinde zaten şahit olmuştur.

Bahsi geçen bu örgütsel yapı 1993 yılında PKK’nın yasaklanmasından önce kurulmuş olsa bile bugün de varlığını devam ettirmekte ve güçlerini gittikçe artırmaktadırlar. PKK’nın taşeron yapılanmaları insan hakları derneği ve özgürlük aktivisti kisvesinde faaliyetler yapmakta, stadyumlarda gerçekleştirilen büyük çaplı programların organizatörlüğünü üstlenmekte, tüm bunları da hiçbir engelle karşılaşmadan, hatta il ve ilçe belediyeleri tarafından desteklenerek icra etmektedirler. Bu asla kabul edilemez bir durumdur. Türkiye’deki ailelerinden ve akrabalarından insanları PKK terörüne kurban veren insanlar olan biteni sineye çekmekte, ama Almanya’nın PKK ile mücadele hususunda gösterdiği gönülsüz tutumu da bir kenara yazmaktadır.

Bununla birlikte, PKK yasağının sözde belirginleştirilmesi, bu terör örgütüne şimdiye kadar gereken ciddiyetle yaklaşılmadığının bir itirafı niteliğindedir. Bakanlıktan gelen bu son hamle ile, zaten 1993 yılından beri yasaklı olan örgüt, trajikomik bir biçimde bu kararla daha da yasaklı hâle gelmiş oluyor. Ümidimiz, Federal Hükûmet’in artık ciddiyetle terör örgütünün üzerine gitmesidir. PKK’ya karşı mücadelede sembolik politikalarla başarıya ulaşılamaz. Gösterilerde terörist başının resminin yer alıp almayacağı, halının altına süpürülen asıl pisliği, yani PKK’nın örgütsel yapısını netice itibarıyla etkilemeyecektir. Federal Hükûmet, PKK yapılanmasının dağıtılması ve sorumluların yargılanması ve Türkiye’ye iadesi için harekete geçmelidir.”

Yeneroğlu: “Göçün 50. Yıldönümünde İsveç’teki vatandaşlarımızın halk oylamasına katılımı tarihi bir sorumluluktur”

Türkiye ile İsveç arasında imzalanan işgücü anlaşmasının yıldönümü nedeniyle bir basın açıklaması yapan İstanbul Milletvekili ve TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Mustafa Yeneroğlu, “1967 yılında başlayan kitlesel iş göçü anlaşması sonrası İsveç toplumundaki çeşitliliğin anlamlı bir parçası olan vatandaşlarımız, halk oylamasında oy kullanarak siyasi katılımlarını göstermelidirler.” dedi. Yeneroğlu açıklamasında şunları ifade etti:

“10 Mart 1967 tarihinde Stokholm’da, iki ülke arasındaki dostluk bağları ve işgücü mücadelesinin karşılıklı faydaları göz önünde bulundurularak Türkiye ile İsveç arasında işgücü anlaşması tanzim edilmiş ve kitlesel işgücü göçü resmî olarak başlamıştır. 17. yüzyıl başlarına dayanan ve hem Osmanlı dönemi hem de Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk dönemlerinde ticaret ve dostluk anlaşmalarıyla kesintisiz biçimde gelişerek devam eden Türkiye-İsveç ilişkileri bu tarihten sonra yeni bir boyut kazanmıştır.

Diğer Avrupa ülkelerinde görüldüğü gibi bu ülkede yaşayan vatandaşlarımız da İsveç toplumunda eğitim ve iş hayatında, ayrıca siyasetin farklı kademelerinde yer almaktadır. İsveç Parlamentosundaki 8 Türkiye kökenli milletvekili ve hükûmette yer alan 2 Türkiye kökenli Bakan başta olmak üzere pek çok Türkiye kökenli insanımız İsveç siyasetinin çeşitli kademelerinde yer almaktadır. Bu durum, Türkiye kökenli insanlarımızın gelecekte İsveç siyasetinde daha aktif olacaklarının da bir göstergesidir. Bununla birlikte İsveç’teki vatandaşlarımız iki ülke arasındaki ekonomik potansiyelin gelişmesine de katkıda bulunmaktadırlar. Günümüzde İsveç ile Türkiye arasındaki ikili ticaret hacminin boyutları, yaklaşık olarak 2,8 milyar ABD Dolarına ulaşmaktadır.

Ayrıca İsveç’te yaşayan yaklaşık 115 bin vatandaşımız ülkedeki en büyük göçmen gruplardan biri olarak ön plana çıkmaktadır ve ikili ilişkilerimizin önemli bir unsurunu teşkil etmektedir. Bugün İsveç’te referandum için oy kullanabilecek yaklaşık 38.000 seçmen bulunmaktadır. AK Parti’nin yurtdışı bilgilendirme toplantılarının sistematik bir biçimde engellendiği bir ortamda Avrupa’daki vatandaşlarımız, tarihî bir sorumluluk bilinciyle kendi siyasi katılımlarının da Türkiye’nin geleceği konusunda belirleyici olduğunu göstermelidirler. Bu bağlamda diasporadaki tüm vatandaşlarımız gibi bu ülkedeki toplumumuzun da sandığa gitmesi büyük önem taşımaktadır. Yurtdışındaki yaşayan insanımızın Türkiye’deki seçimlere ilgisi ve hassasiyeti aynı zamanda siyasetin diasporaya yönelik hassasiyetini daha da geliştirecektir.

Bu düşüncelerle Türkiye-İsveç İşgücü Anlaşması’nın 50. yıl dönümünde birinci nesli saygıyla anıyor, zorlu göç tarihinde emeği olan tüm vatandaşlarımıza şükranlarımı sunuyorum.”

Yeneroğlu: “ARD yalan haberlerle Türkiye’deki referanduma dair dezenformasyon yapmaktadır”

TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı AK Parti Milletvekili Mustafa Yeneroğlu, Alman ARD televizyonunun “Kısaca Açıklayalım: Erdoğan ne kadar güç istiyor?” isimli yayını münasebetiyle bir açıklama yaptı. ARD’nin söz konusu yayınında, planlanan anayasa değişikliği hakkında bilgi verildiği iddia ediliyor. Ama aslında, hâlihazırda devam eden dezenformasyon kampanyalarına katkı sağlanıyor. Bu yayında planlanan anayasa değişikliklerinin önemli maddelerine hiç değinilmiyor, belli başlı yorumlara odaklanılarak diğerleri göz ardı ediliyor ve yanlış bilgiler güya doğruymuş gibi zikrediliyor. Yayını değerlendiren Yeneroğlu, “ARD tek taraflı, içerik olarak hakikatten uzak yayını ile kendi temel değerlerini çiğnemekte, yalan haber üretmekte ve güvenilirliğini yitirmektedir.” dedi ve açıklamasını şöyle sürdürdü:

“ARD kanalında yayımlanan ‘#kurzerklärt’ adlı program ile Alman siyasetinden sonra artık kamuya ait bir televizyon kanalı da ‘hayır’ kampanyasına destek vererek seçim sürecine müdahil olmuştur. ARD bu yayınıyla tarafsızlık, doğruluk ve olayları eksiksiz aktarma gibi temel değerlerini ve yayın çizgilerini kenara bırakmıştır. Eşi benzeri görülmemiş bir dezenformasyon yaparak, hem referandum ile alakalı Almanya’daki algıyı hem de ülkede yaşayan Türk seçmenleri etkilemeye çalışmaktadır. Bu seviyesiz bir yayıncılık anlayışıdır. Neden?

1. Tamamen hayal ürünü olarak, cumhurbaşkanının yeni sistemde çıkardığı kararnamelerle Türkiye’yi meclisten ve yargıdan öncelikli olarak idare edeceği iddia edilmektedir. Hâlbuki kararnamelerin birincil olarak yürütmeyle alakalı düzenlemeleri öngördüğü ve bunların normlar sıralamasında meclisin çıkardığı yasalardan sonra geldiği, yani meclisin bunları her zaman yürürlükten kaldırma imkânı olduğu, ayrıca cumhurbaşkanının temel haklar ve özgürlük hakları hususunda kararname çıkaramayacağı gibi noktaları öğrenmek için anayasa değişikliği taslağını yalnızca göz ucuyla dahi incelemek yeterliydi.

2. Böyle yapılmadığı için bir yalan haber diğerini kovalamakta, böylelikle de meseleyle ilgilenen seyircilere bilgi verilmemekte, âdeta propaganda filmi izlettirilmektedir. Yeni parlamento seçimlerinin ilan edilmesiyle birlikte cumhurbaşkanının da yeniden seçilmesi gerektiğine hiç değinmeden, cumhurbaşkanının yeni anayasa ile meclisi istediği zaman feshetme yetkisine sahip olacağını söylemeyi nasıl izah etmek gerekir? Yani cumhurbaşkanı meclisi feshederse kendisi de yeniden seçime girmek durumunda kalacaktır. Ayrıca meclisin de cumhurbaşkanını makamından indirme yetkisinin bulunduğu, ARD’nin bu yayınında değinilmeyen bir diğer noktadır.

3. Video yayınının hemen başında yanlış bir bilgi verilerek, artık klasikleşen şekilde Erdoğan’a odaklanılmakta ve demokrasinin sona erdiği telkin edilmektedir. Anayasa değişikliğinin halka sorulması gerektiğine meclis karar vermiştir. Bu sebeple, egemenliğe kayıtsız şartsız sahip olan halka ülkenin idari sistemi hakkında karar alma yetkisi verilmiştir. İddia edildiği gibi güçler ayrılığını ortadan kaldırmak değil, tam aksine yasama ve yürütmeyi kati bir şekilde birbirinden ayırmak suretiyle her birinin kendi alanına konsantre olmasını sağlamak söz konusudur.

4. ARD ayrıca cumhurbaşkanının yeni sistemle birlikte ilk kez hesap verici bir konuma yerleştirildiğini ve meclise, yargıya ve Türk halkına karşı sorumlu olup hesap vermek zorunda olduğunu görmezden gelmektedir. Bu uygulama cumhuriyet tarihinde bir ilk niteliğindedir.

5. Yargının bağımsızlığını ve tarafsızlığını güçlendirir nitelikteki hakikatlere de ARD tarafından hiç değinilmemektedir. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun çoğunluk üyelerinin meclisin üçte ikilik oyuyla, yani muhalefet ile uzlaşma içerisinde seçilebileceği maddesi de yine ARD’nin hiç bahsetmediği bir diğer husustur.

Alman kamu kuruluşlarının da söz konusu Türkiye olduğunda ortaya çıkan histerinin bir parçası olmaları son derecede rahatsız edicidir. ARD bu yayınıyla seviyesizlikte son noktayı yakalamıştır. Siyasetin kendisini araçsallaştırmasına müsaade etmiş, ayrıca içlerinde Türkiye kökenlilerin de bulunduğu izleyicilerin ve kendisine vergi ödeyenlerin kalan son güven kırıntılarını da kaybetmekle yüz yüze kalmıştır.”