Çağlar

Almanya’da PKK yürüyüşüne izin – Çirkin ikiyüzlülük

TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı AK Parti Milletvekili Mustafa Yeneroğlu, 21 Mart tarihinde Frankfurt’ta düzenlenecek PKK yürüyüşü münasebetiyle bir açıklama yaptı. “Türkiye Hükûmeti mensuplarının Almanya’daki programları engellenirken, PKK’nın taşeron yapılanması NAV-DEM’in 20 bin kişiyle Frankfurt’ta yürüyüş yapmasına müsaade edilmektedir. Bu anlayışla Federal Hükûmetin terörle mücadele hususunda güvenilirliği yoktur.” diyen Yeneroğlu sözlerini şöyle sürdürdü:

“Bu hamle bardağı taşıran son damla olmuştur. Almanya’da yaşayan Türkiye kökenli vatandaşlar, Alman siyasilerin söz konusu Türkiye siyaseti olduğunda çifte standartlı tavır sergilediklerinden artık emindirler. Bir yanda demokratik seçimlerle göreve gelen Türkiye hükûmeti yetkilileri engellenirken, diğer tarafta PKK’nın taşeron yapılanmasının Frankfurt gibi bir metropolde 20 bin kişi ile yürüyüş iznine, hakikatte ne oldukları herkesin malumu iken kendilerini barış örgütü gibi sunmalarına müsaade edilmektedir.

Almanya’nın İç İstihbarat Dairesi olan Federal Anayasayı Koruma Dairesi verilerine göre NAV-DEM örgütü PKK’nın Almanya’daki taşeron yapılanmasıdır. PKK ve siyasi kanadı, örgütün lider kadrosunun direktiflerinin yerine getirilmesinde ve tabana bilgi akışının sağlanmasında Almanya’daki örgütleri kullanmakta, bu dernekler PKK mensuplarının buluşma noktası ve başvuru merkezi olarak hizmet vermektedir. Bu derneklerin çatı kuruluşu, 2014 yılı haziran ayında adını NAV-DEM olarak değiştiren YEK-KOM örgütüdür.

Bu çifte standart, geçtiğimiz haftalarda yaşananlar noktasında asıl niyeti ortaya çıkarmaktadır. Eğer Federal Hükûmet Türkiye içi siyasi meselelerin Almanya’ya taşınmasını istemiyorsa, o zaman samimi olmalı ve bilhassa da PKK’ya yakın terör örgütlerinin yürüyüşlerine müsaade etmemelidir. Hâlihazırdaki duruma baktığımızda Federal Hükûmet’in Türkiye iç siyasetine karıştığını, hatta bizatihi siyasi bir aktör olarak sahne aldığını düşünmemek elde değildir.

Bu tutum, daha yeni tekrar edilen Öcalan posteri yasağının tam anlamıyla göstermelik olduğunu teyit etmektedir. Almanya’nın bu tutumuyla terörle mücadelede güvenilir bir partner olarak kabul edilmesi mümkün değildir. Anlaşılan terör sadece Almanya’yı veya Avrupa’yı hedef aldığında kötü bir şey olarak görülmektedir.

Değinilmesi gereken bir diğer husus da kamuya ait medya kurumlarının bile NAV-DEM’i barış aktivistlerinden oluşan bir Kürt derneği, yapılacak olan yürüyüşü de yeni yıl bayramı olarak sunmalarıdır. Terör örgütü PKK’nın taşeron yapılanmasının sözde ‘demokrasi ve barış’ için yapacağı yürüyüşü her kim sorgulamayı dahi akıl edemiyorsa, hem gazeteciliğin gereklerini yerine getirmiyor hem de yürüyüşü düzenleyenlere iş birlikçi oluyor demektir.”

En Güzel Cevap 1 Milyon Evet [Yenişafak]

Halkoylamasından ‘hayır’ çıkması için topyekun saldırıya geçen Avrupa’ya tepkiler büyüyor. AK Parti’nin Avrupa Seçim Koordinasyon Merkezi (SKM) Başkanı Mustafa Yeneroğlu, sandıklardan çıkacak 1 milyon Evet oyunun Avrupa’ya en güzel cevap olacağını söyledi. Yeneroğlu, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun uçağının iniş iznini iptal eden, ardından Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Betül Sayan Kaya’nın Rotterdam Başkonsolosluğu’na girişini engelleyen Hollanda’nın tavrını sert bir dille eleştirdi. Avrupa ülkelerinde yaşadıkları engellemeleri Yeni Şafak’a anlatan Yeneroğlu, “Demokratik bir kampanya yürütemiyoruz. Seçim alanlarında her türlü engellemelerle karşılaşıyoruz. Burada tüm devlet ve kamu gücünü karşımızda buluyoruz” dedi.

Devamını okumak için lütfen tıklayınız.

Kupür için lütfen tıklayınız.

Yeneroğlu: “Baskı ve engellemelere karşı cevabı sandıkta vereceğiz!”

AK Parti İstanbul Milletvekili ve TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Mustafa Yeneroğlu Hollanda’nın kararını sert bir dille eleştirdi. ‘‘Dışişleri Bakanımızın Hollanda’ya yapacakları ziyaretin uçuş izninin iptal edilmesi akıl tutulmasının bir göstergesidir. Bu provokasyonlara gelmeden süreci kararlılıkla ve sükûnetle takip ederek sandıklardan en az bir milyon EVET’in çıkması, bu girişimlere karşı verilecek en güzel cevap olacaktır.” diyen Yeneroğlu şunları kaydetti:

“Almanya, Hollanda, İsviçre ve Avusturya’da Bakanlarımızla Milletvekilimizin programlarının iptal girişimlerini hayret ve endişeyle yaşıyoruz. Almanya’nın başlattığı ve Hollanda’daki güncel gelişmeyle zirveye tırmanan bu krizin aşılması için bu ülkelerin siyasilerini aklı selime davet ediyorum. Toplanma ve fikir özgürlüğünün yanı sıra Viyana Sözleşmesini’de hiçe sayan bu uygulamalar hukuk devleti prensibini dilinden düşürmeyen devletlerin acziyetini gözler önüne seriyor.

İçinden geçtiğimiz hassas süreçte çifte standardın alası yaşanıyor. Bir yandan Türkiye’nin iç meselelerinin bu ülkelere taşınmaması dillendiriliyor. İlgili yerel makamların baskılarıyla salonlar iptal ediliyor. Batı Avrupa ülkeleri bir taraftan tüm kamu imkanlarını kullanarak referandumda hayır çıkması için çabalıyor diğer taraftan da PKK yandaşlarının etkinliklerine her türlü desteği veriyor. Bu ülkeler halk oylamasında ‘Hayır’ tarafında yer alan bir parti gibi hareket ederek Türkiye’nin geleceğini tayin etmeye çalışıyor.

AK Parti olarak yıllardır milletimiz üzerinde var olan vesayetten kurtulma mücadelesi veriyoruz. Tam da anayasa değişikliği referandumuyla son noktayı koymayı hedeflerken şimdi de bu ülkelerin yurtdışı seçmenlerimiz üzerinden müdahalesiyle karşı karşıyayız. Bu kapsamda Dışişleri Bakanımızın Hollanda’ya yapacakları ziyaretin uçuş izninin iptal edilmesi akıl tutulmasının bir göstergesidir. 15 Mart’ta yapılacak genel seçimlerde ırkçı Wilders’e karşı icraat ve söylemleriyle çözüm bulamayanlar Türkiye üzerinden puan toplamaya çalışıyor.

Tüm bu yaşananlar karşısında tek çözüm, 27 Mart-9 Nisan tarihleri arasında başta Almanya, Hollanda, İsviçre ve Avusturya olmak üzere tüm Avrupa ülkelerinde yapılacak olan halk oylamasında sandıklara akın etmektir. Süreci bu provokasyonlara gelmeden ve sükûnetle takip ederek sandıklardan en az bir milyon EVET’in çıkması, bu girişimlere karşı verilecek en güzel cevap olacaktır.”

Yeneroğlu: “Almanya’nın PKK’ya tutumu göstermelik mücadelenin ötesine geçmeli”

TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı AK Parti Milletvekili Mustafa Yeneroğlu Federal Almanya Hükûmeti’nin PKK elebaşı Abdullah Öcalan’ın resminin yer aldığı bayrakları yasaklaması münasebetiyle bir açıklama yaptı. “Somut olarak ne anlama geldiğini göreceğiz, çünkü 1993 yılından beri zaten yasak olan, bakanlıktan gelen bu kararla trajikomik bir biçimde daha da yasak hâle gelmiş oluyor. Ümidimiz, PKK ile mücadelenin şimdiye kadar yürütülenin aksine ciddiyetle yürütülmesidir.” diyen Yeneroğlu sözlerini şöyle sürdürdü:

“Alman iç istihbarat servisi verilerine göre yasaklı terör örgütü PKK Avrupa’yı ve Almanya’yı geri çekilme, militan toplama ve finansman sağlama alanı olarak kullanmaktadır. Çete, Almanya sınırları içerisinde insanları silahlı mücadele için örgüte kazandırmakta ve haraç toplamaktadır. Bu bilgiler hem federal düzeyde hem de eyaletler bazında Anayasayı Koruma Daireleri raporlarında yer almaktadır. Kendilerini gizleme gereği bile duymayan taşeron yapılanmalar tarafından uzun yıllardan beri şehirlerin en merkezî alanlarında propaganda stantları kurulmaktadır. Gözlerini bu hakikatlere kapamayan herkes bunlara hemen hemen Almanya’nın her şehrinde zaten şahit olmuştur.

Bahsi geçen bu örgütsel yapı 1993 yılında PKK’nın yasaklanmasından önce kurulmuş olsa bile bugün de varlığını devam ettirmekte ve güçlerini gittikçe artırmaktadırlar. PKK’nın taşeron yapılanmaları insan hakları derneği ve özgürlük aktivisti kisvesinde faaliyetler yapmakta, stadyumlarda gerçekleştirilen büyük çaplı programların organizatörlüğünü üstlenmekte, tüm bunları da hiçbir engelle karşılaşmadan, hatta il ve ilçe belediyeleri tarafından desteklenerek icra etmektedirler. Bu asla kabul edilemez bir durumdur. Türkiye’deki ailelerinden ve akrabalarından insanları PKK terörüne kurban veren insanlar olan biteni sineye çekmekte, ama Almanya’nın PKK ile mücadele hususunda gösterdiği gönülsüz tutumu da bir kenara yazmaktadır.

Bununla birlikte, PKK yasağının sözde belirginleştirilmesi, bu terör örgütüne şimdiye kadar gereken ciddiyetle yaklaşılmadığının bir itirafı niteliğindedir. Bakanlıktan gelen bu son hamle ile, zaten 1993 yılından beri yasaklı olan örgüt, trajikomik bir biçimde bu kararla daha da yasaklı hâle gelmiş oluyor. Ümidimiz, Federal Hükûmet’in artık ciddiyetle terör örgütünün üzerine gitmesidir. PKK’ya karşı mücadelede sembolik politikalarla başarıya ulaşılamaz. Gösterilerde terörist başının resminin yer alıp almayacağı, halının altına süpürülen asıl pisliği, yani PKK’nın örgütsel yapısını netice itibarıyla etkilemeyecektir. Federal Hükûmet, PKK yapılanmasının dağıtılması ve sorumluların yargılanması ve Türkiye’ye iadesi için harekete geçmelidir.”

Yeneroğlu: “Göçün 50. Yıldönümünde İsveç’teki vatandaşlarımızın halk oylamasına katılımı tarihi bir sorumluluktur”

Türkiye ile İsveç arasında imzalanan işgücü anlaşmasının yıldönümü nedeniyle bir basın açıklaması yapan İstanbul Milletvekili ve TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Mustafa Yeneroğlu, “1967 yılında başlayan kitlesel iş göçü anlaşması sonrası İsveç toplumundaki çeşitliliğin anlamlı bir parçası olan vatandaşlarımız, halk oylamasında oy kullanarak siyasi katılımlarını göstermelidirler.” dedi. Yeneroğlu açıklamasında şunları ifade etti:

“10 Mart 1967 tarihinde Stokholm’da, iki ülke arasındaki dostluk bağları ve işgücü mücadelesinin karşılıklı faydaları göz önünde bulundurularak Türkiye ile İsveç arasında işgücü anlaşması tanzim edilmiş ve kitlesel işgücü göçü resmî olarak başlamıştır. 17. yüzyıl başlarına dayanan ve hem Osmanlı dönemi hem de Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk dönemlerinde ticaret ve dostluk anlaşmalarıyla kesintisiz biçimde gelişerek devam eden Türkiye-İsveç ilişkileri bu tarihten sonra yeni bir boyut kazanmıştır.

Diğer Avrupa ülkelerinde görüldüğü gibi bu ülkede yaşayan vatandaşlarımız da İsveç toplumunda eğitim ve iş hayatında, ayrıca siyasetin farklı kademelerinde yer almaktadır. İsveç Parlamentosundaki 8 Türkiye kökenli milletvekili ve hükûmette yer alan 2 Türkiye kökenli Bakan başta olmak üzere pek çok Türkiye kökenli insanımız İsveç siyasetinin çeşitli kademelerinde yer almaktadır. Bu durum, Türkiye kökenli insanlarımızın gelecekte İsveç siyasetinde daha aktif olacaklarının da bir göstergesidir. Bununla birlikte İsveç’teki vatandaşlarımız iki ülke arasındaki ekonomik potansiyelin gelişmesine de katkıda bulunmaktadırlar. Günümüzde İsveç ile Türkiye arasındaki ikili ticaret hacminin boyutları, yaklaşık olarak 2,8 milyar ABD Dolarına ulaşmaktadır.

Ayrıca İsveç’te yaşayan yaklaşık 115 bin vatandaşımız ülkedeki en büyük göçmen gruplardan biri olarak ön plana çıkmaktadır ve ikili ilişkilerimizin önemli bir unsurunu teşkil etmektedir. Bugün İsveç’te referandum için oy kullanabilecek yaklaşık 38.000 seçmen bulunmaktadır. AK Parti’nin yurtdışı bilgilendirme toplantılarının sistematik bir biçimde engellendiği bir ortamda Avrupa’daki vatandaşlarımız, tarihî bir sorumluluk bilinciyle kendi siyasi katılımlarının da Türkiye’nin geleceği konusunda belirleyici olduğunu göstermelidirler. Bu bağlamda diasporadaki tüm vatandaşlarımız gibi bu ülkedeki toplumumuzun da sandığa gitmesi büyük önem taşımaktadır. Yurtdışındaki yaşayan insanımızın Türkiye’deki seçimlere ilgisi ve hassasiyeti aynı zamanda siyasetin diasporaya yönelik hassasiyetini daha da geliştirecektir.

Bu düşüncelerle Türkiye-İsveç İşgücü Anlaşması’nın 50. yıl dönümünde birinci nesli saygıyla anıyor, zorlu göç tarihinde emeği olan tüm vatandaşlarımıza şükranlarımı sunuyorum.”

Yeneroğlu: “ARD yalan haberlerle Türkiye’deki referanduma dair dezenformasyon yapmaktadır”

TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı AK Parti Milletvekili Mustafa Yeneroğlu, Alman ARD televizyonunun “Kısaca Açıklayalım: Erdoğan ne kadar güç istiyor?” isimli yayını münasebetiyle bir açıklama yaptı. ARD’nin söz konusu yayınında, planlanan anayasa değişikliği hakkında bilgi verildiği iddia ediliyor. Ama aslında, hâlihazırda devam eden dezenformasyon kampanyalarına katkı sağlanıyor. Bu yayında planlanan anayasa değişikliklerinin önemli maddelerine hiç değinilmiyor, belli başlı yorumlara odaklanılarak diğerleri göz ardı ediliyor ve yanlış bilgiler güya doğruymuş gibi zikrediliyor. Yayını değerlendiren Yeneroğlu, “ARD tek taraflı, içerik olarak hakikatten uzak yayını ile kendi temel değerlerini çiğnemekte, yalan haber üretmekte ve güvenilirliğini yitirmektedir.” dedi ve açıklamasını şöyle sürdürdü:

“ARD kanalında yayımlanan ‘#kurzerklärt’ adlı program ile Alman siyasetinden sonra artık kamuya ait bir televizyon kanalı da ‘hayır’ kampanyasına destek vererek seçim sürecine müdahil olmuştur. ARD bu yayınıyla tarafsızlık, doğruluk ve olayları eksiksiz aktarma gibi temel değerlerini ve yayın çizgilerini kenara bırakmıştır. Eşi benzeri görülmemiş bir dezenformasyon yaparak, hem referandum ile alakalı Almanya’daki algıyı hem de ülkede yaşayan Türk seçmenleri etkilemeye çalışmaktadır. Bu seviyesiz bir yayıncılık anlayışıdır. Neden?

1. Tamamen hayal ürünü olarak, cumhurbaşkanının yeni sistemde çıkardığı kararnamelerle Türkiye’yi meclisten ve yargıdan öncelikli olarak idare edeceği iddia edilmektedir. Hâlbuki kararnamelerin birincil olarak yürütmeyle alakalı düzenlemeleri öngördüğü ve bunların normlar sıralamasında meclisin çıkardığı yasalardan sonra geldiği, yani meclisin bunları her zaman yürürlükten kaldırma imkânı olduğu, ayrıca cumhurbaşkanının temel haklar ve özgürlük hakları hususunda kararname çıkaramayacağı gibi noktaları öğrenmek için anayasa değişikliği taslağını yalnızca göz ucuyla dahi incelemek yeterliydi.

2. Böyle yapılmadığı için bir yalan haber diğerini kovalamakta, böylelikle de meseleyle ilgilenen seyircilere bilgi verilmemekte, âdeta propaganda filmi izlettirilmektedir. Yeni parlamento seçimlerinin ilan edilmesiyle birlikte cumhurbaşkanının da yeniden seçilmesi gerektiğine hiç değinmeden, cumhurbaşkanının yeni anayasa ile meclisi istediği zaman feshetme yetkisine sahip olacağını söylemeyi nasıl izah etmek gerekir? Yani cumhurbaşkanı meclisi feshederse kendisi de yeniden seçime girmek durumunda kalacaktır. Ayrıca meclisin de cumhurbaşkanını makamından indirme yetkisinin bulunduğu, ARD’nin bu yayınında değinilmeyen bir diğer noktadır.

3. Video yayınının hemen başında yanlış bir bilgi verilerek, artık klasikleşen şekilde Erdoğan’a odaklanılmakta ve demokrasinin sona erdiği telkin edilmektedir. Anayasa değişikliğinin halka sorulması gerektiğine meclis karar vermiştir. Bu sebeple, egemenliğe kayıtsız şartsız sahip olan halka ülkenin idari sistemi hakkında karar alma yetkisi verilmiştir. İddia edildiği gibi güçler ayrılığını ortadan kaldırmak değil, tam aksine yasama ve yürütmeyi kati bir şekilde birbirinden ayırmak suretiyle her birinin kendi alanına konsantre olmasını sağlamak söz konusudur.

4. ARD ayrıca cumhurbaşkanının yeni sistemle birlikte ilk kez hesap verici bir konuma yerleştirildiğini ve meclise, yargıya ve Türk halkına karşı sorumlu olup hesap vermek zorunda olduğunu görmezden gelmektedir. Bu uygulama cumhuriyet tarihinde bir ilk niteliğindedir.

5. Yargının bağımsızlığını ve tarafsızlığını güçlendirir nitelikteki hakikatlere de ARD tarafından hiç değinilmemektedir. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun çoğunluk üyelerinin meclisin üçte ikilik oyuyla, yani muhalefet ile uzlaşma içerisinde seçilebileceği maddesi de yine ARD’nin hiç bahsetmediği bir diğer husustur.

Alman kamu kuruluşlarının da söz konusu Türkiye olduğunda ortaya çıkan histerinin bir parçası olmaları son derecede rahatsız edicidir. ARD bu yayınıyla seviyesizlikte son noktayı yakalamıştır. Siyasetin kendisini araçsallaştırmasına müsaade etmiş, ayrıca içlerinde Türkiye kökenlilerin de bulunduğu izleyicilerin ve kendisine vergi ödeyenlerin kalan son güven kırıntılarını da kaybetmekle yüz yüze kalmıştır.”

ARD desinformiert über türkische Verfassungsreform mit Fake-News

“Die ARD wirft mit ihrem einseitigen, inhaltlich falschen Beitrag eigene Grundsätze über Bord, verbreitet ‘Fake-News’ und verspielt weiter Vertrauen”, erklärt Mustafa Yeneroğlu (AK Partei), Vorsitzender des Menschenrechtsausschusses der Großen Nationalversammlung der Türkei, anlässlich des ARD-Beitrags “#kurzerklärt auf Türkisch: Wie viel Macht will Erdoğan?”. Darin wird vermeintlich über die geplante Verfassungsreform in der Türkei informiert. In Wahrheit ist es ein weiterer Beitrag zur herrschenden Desinformationskampagne. In dem Beitrag werden wichtige Stützen der geplanten Verfassung weggelassen, bestimmte Interpretationen fokussiert, andere ausgeblendet sowie vermeintliche Fakten hinzugedichtet. Yeneroğlu weiter:

“Mit dem aktuellen ARD-Beitrag ‘#kurzerklärt’ ergreift nun, nach der deutschen Politik, auch der öffentlich-rechtliche Rundfunk offen Partei für das ‘Nein-Lager’. In dem Beitrag ignoriert die ARD die eigenen Grundsätze und Leitlinien wie Objektivität, Richtigkeit und Vollständigkeit komplett. Sie versucht unverhohlen mit einer beispiellosen Falschinformationspolitik, den Meinungsbildungsprozess der in Deutschland lebenden türkischen Wahlberechtigten in skandalöser Weise zu beeinflussen. Das ist Journalismus unterster Schublade. Warum?

1. Aus dem Reich der Märchen und Mythen entstammt bereits die Behauptung, dass der Präsident die Türkei mit unendlich vielen Präsidialdekreten quasi an Parlament und Justiz vorbei regieren könnte. Ein Blick in den Verfassungsentwurf hätte schon genügt, um zu erkennen, dass Dekrete vornehmlich für exekutive Regelungen vorgesehen sind, in der Normenhierarchie unter Parlamentsgesetzen stehen, also jederzeit durch das Parlament obsolet gemacht werden können und der Präsident in Sachen Grund- und Freiheitsrechte ohnehin keine Dekrete erlassen darf. Auch sind Dekrete für Bereiche, die nach der Verfassung nur per Gesetz geregelt werden dürfen, nicht möglich. Im Übrigen obliegen alle Dekrete der Kontrolle des Parlaments und des Verfassungsgerichtes.

2. So folgt eine Unwahrheit auf die nächste und lässt einen vorgeblichen Informationsbeitrag für den politisch interessierten Zuschauer zu einem Propagandafilm mutieren. Wie sonst ließe sich erklären, dass einfach behauptet wird, der Präsident könnte mit der neuen Verfassung jederzeit das Parlament auflösen, ohne gleichzeitig auch zu erwähnen, dass mit der Ausrufung von Neuwahlen für das Parlament, auch der Präsident neu gewählt wird. Noch einmal zum Verständnis: Löst der Präsident das Parlament auf, wird auch der Präsident neu gewählt. Nicht erwähnt bleibt in dem ARD-Beitrag auch, dass auch das Parlament die Möglichkeit hat, den Präsidenten des Amtes zu entheben.

3. Bereits der Einstieg in den Videobeitrag erfolgt mit einer falschen Information und typischen Fokussierung auf Erdoğan sowie der durchlaufenden Suggestion vom Ende der Demokratie. Das türkische Parlament hat entschieden, dass das Volk befragt wird. Deshalb ist das türkische Volk, als einzig legitimer Souverän, nun aufgerufen, über Wechsel im Regierungssystem des Landes zu entscheiden. Dabei geht es nicht, wie behauptet darum, die Gewaltenteilung zu untergraben, sondern ganz im Gegenteil, insbesondere Exekutive und Legislative strikt voneinander zu trennen und auf ihre Kernkompetenzen zu konzentrieren.

4. Die ARD unterschlägt zudem, dass mit dem neuen System der Präsident erstmals rechenschaftspflichtig wird und sich vor dem Parlament, der Justiz und dem türkischen Volk verantworten muss – ein Novum in der Geschichte seit Republikgründung.

5. Fakten, die die Unabhängigkeit und Unparteilichkeit der Judikative stärken, werden ebenso unterschlagen. Unerwähnt bleibt natürlich auch, dass die Mehrzahl der Vertreter des Richter- und Staatsanwälterates mit einer zweidrittel Mehrheit im Parlament, also nur durch einen Konsens mit der Opposition gewählt werden können.

Es ist zutiefst beunruhigend festzustellen, dass offensichtlich auch die öffentlich-rechtlichen Anstalten sich von der aktuellen Hysterie in puncto Türkei haben ergreifen lassen. Mit diesem Beitrag verbreitet die ARD ‘Fake-News’ aus der untersten Schublade. Sie lässt sich von der Politik instrumentalisieren und läuft dabei Gefahr, den letzten Rest an Vertrauen, das Zuschauer und Gebührenzahler, darunter übrigens auch der türkischstämmige Teil der Bevölkerung, in die Sendeanstalten setzen, unwiederbringlich zu verspielen.”

Yeneroğlu: “Hollanda’da sağ popülizme aktif bir tavır sergileme adına seçimler büyük bir fırsat”

Hollanda’da 15 Mart 2017 tarihinde gerçekleşecek olan parlamento seçimleri öncesi bir açıklama yapan AK Parti İstanbul Milletvekili ve TBMM İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Mustafa Yeneroğlu, “Hollanda siyasi partilerinin seçim programları dikkate alındığında, ülkede yaşayan azınlıkların seçimlere katılması vatandaşlık hakkının daha da ötesinde bir anlama sahip.” dedi. Yeneroğlu şunları kaydetti:

“15 Mart 2017 tarihinde Hollanda’da parlamento seçimleri gerçekleşecektir. Partilerin seçim programları dikkate alındığında, bu seçim ülkenin kaderinin ve azınlıkların ülkedeki konumunun belirlenmesinde önemli bir rol oynayacaktır.

Aşırı sağcı Özgürlük Partisi (PVV) aylardır anketlerde en büyük partilerden biridir ve anketlere göre parlamentoda 21 ila 25 sandalyeye sahip olacağı öngörülmektedir. Mülteci barınma merkezleri ve camilerin kapatılması, Kur’an’ın yasaklanması gibi irrasyonel vaatleri seçim programına dâhil eden bir partinin parlamentonun oluşmasında yüzde 15’lik bir oran elde etme ihtimali endişe vericidir. Bu endişeyi Hollanda’daki bütün demokratik güçlerin paylaşması gerekmektedir.

Aşırı sağ söylemlerin büyüsüne kapılan diğer siyasi partilerde de katı göç politikaları söz konusudur. Bu tehlikeli dilden sadece göç politikaları değil, aynı zamanda Türkiye’ye yönelik politikalar da etkilenmekte, Türkiye’ye yönelik bakışa kültüralist söylemler damga vurmaktadır. Hollanda’da Türkiyeli yetkililerin referanduma dair bilgilendirme toplantılarının iptal edilmesi bu durumun en açık örneğidir. Oysa oy devşirme amaçlı aşırı sağ söylemlere kayma kolaycılığı yerine temelinde empati ve çok kültürlülük barındıran bir siyasi dil Avrupa Birliği’nin bizatihi kendi öz değerlerinin gereğidir. Çok kültürlülük modeliyle anılan Hollanda’da, siyasi kültürün zehirlenmesine karşı gerekli farkındalığın kamuoyu nezdinde oluşturulması elzemdir. Bu nedenle çoğulcu bir demokrasi adına kendisini aşırı sağda konumlandırmayan tüm partilerin üzerindeki sorumluluk büyüktür.

13 milyon seçmenin yüzde 2.3’ünü Türkiye kökenliler ve toplamda yüzde 17’sini ise göçmen kökenliler oluşturmaktadır. Bu kitlenin sandığa gitmesi durumunda parlamentonun şekillenmesinde ne tür bir etki gücüne sahip olduğu ortadadır. Yabancı ve göçmen düşmanlığının, Müslümanlara yönelik ayrımcılığın ve dışlayıcı söylemlerin arttığı bir dönemde, parlamento seçimlerine katılım ırkçı partilere karşı aktif bir tavır sergileme adına önemlidir. Bu noktada sivil toplum kuruluşlarımızın vatandaşlarımızın seçime katılımını teşvik ve artırma için faaliyetler yürütmeleri gerekmektedir.”

Yeneroğlu: “Türkiye Dışişleri Bakanı’nın ziyaretinin engellenmesi seviyesizlikte son nokta”

TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı AK Parti Yurtdışı Seçim Koordinatörü Mustafa Yeneroğlu Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun Hamburg ziyareti öncesi yaşananlar münasebetiyle bir açıklama yaptı. “Türkiye Dışişleri Bakanı’nın toplantı yapmasının engellenmesi Türk-Alman ilişkilerinde yeni bir dip noktayı işaret etmektedir. Almanya artık bu referandumda taraf olmuştur.” diyen Yeneroğlu sözlerini şöyle sürdürdü:

“Türk-Alman ilişkilerindeki bozulma her geçen gün daha derinleşiyor. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun Hamburg’da toplantı yapacağı ‘Plaza Event Center’ salonunun resmî daireler tarafından kullanıma kapatılması şu ana kadar oynanan kötü tiyatro oyununun en kötü sahnesi niteliğindedir. Bunun hemen öncesinde de Sayın Dışişleri Bakanı’nın kalacak olduğu otel, rezervasyonu hiçbir gerekçe göstermeden iptal etmiş, Almanya Dışişleri Bakanlığının olaya müdahil olmasıyla birlikte iptal geri çekilmiştir.

Hem salonun kullanıma kapatılması hem de otelin rezervasyonu iptal etmeye çalışması, açık bir şekilde Bakan’ın konuşma yapmasını engelleme amaçlı atılmış adımlardır. Toplantının gerçekleşmesi planlanan binada 10 yılı aşkı süredir birçok program yapılmış, işletmecinin ifade ettiğine göre şu ana kadar binada herhangi bir kusur bulunmamıştır. İşletmecinin elinden aniden ruhsatının alınması da başlı başına bir skandaldır ve Almanya’nın ifade özgürlüğü konusunda hangi aşamada olduğunu göstermesi açısından oldukça manidardır.

Bir tarafta AK Partili milletvekillerinin ve bakanların toplantıları sistematik bir şekilde engellenirken, diğer tarafta Türkiye’den gelen muhalif partilerin programları yerel makamlar tarafından desteklenmektedir. Almanya bu uygulamalarıyla Türkiye içi seçim yarışına müdahil olmakta ve açık bir şekilde taraf tutmaktadır. Netice itibarıyla da bütün güvenilirliğini kaybetmektedir.”