Yeneroğlu: “Kadına karşı şiddeti zihinlerde teşvik eden, hoş gören klişe ve kalıpların yıkılması gerekmektedir.”

TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Mustafa Yeneroğlu, Eskişehir’de eski sevgilisi tarafından gırtlağı kesilen ve ölümden dönen Tuba Korkmaz davası üzerine kadına şiddet konusunda bir açıklama yaptı. Yeneroğlu açıklamasında şunları kaydetti:

“Kadına yönelik şiddet, kadınları en temel insan haklarından mahrum etmekte ve kadın sağlığını hem fizyolojik hem de psikolojik olarak olumsuz yönde etkilemekte olan önemli bir toplumsal sorundur. TÜİK verilerine göre ülkemiz genelinde şiddete maruz kalan kadınların oranı yaklaşık olarak %40’ı bulmaktadır. Yani her 10 kadından 4’ü şiddet görmektedir. Ayrıca, fiziksel şiddet gören kadınların neredeyse yarıya yakın bir kısmı bu şiddet olayını kimseye anlatamamaktadır. 6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanundan bilgi sahibi olanların, yararlananların sayısı ne yazık ki hala çok düşüktür. Kadına yönelik şiddet sadece ülkemizin değil, tüm dünyanın sorunudur. Kadına Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi (İstanbul Sözleşmesi), 11 Mayıs 2011 tarihinde İstanbul’da imzaya açılmış ve ülkemiz bu sözleşmeye ilk imza koyan ve parlamentosunda ilk onaylayan ülke olmuştur. 8 Mart 2012 tarihinde kabul edilen ve 20 Mart 2012 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun, eski 4320 sayılı Ailenin Korunmasına İlişkin Kanun ile kıyaslanamayacak derecede yenilikleri olan bir kanundur.

Bugüne kadar hayata geçirilen yasal reformlar, kadına karşı şiddeti önleme anlamında değerli adımlardır. Ancak bu yasal reformların, hayata nasıl geçtiği, sorunların çözümünde ne kadar etkin olduğu ve uygulandığı önem arz eden başka bir alandır. İlk olarak, yasal düzenlemelerin, özellikle de 6284 sayılı Kanunun hayata geçmesi, etkin şekilde uygulanması, uygulama sürecinde edinilen çıktıların takip edilerek sorunların tespit edilmesi gerekmektedir. Kanunla yetkilendirilen ve görevlendirilen kamu görevlileri ile kamu kurumlarına, sivil toplum örgütlerine, yargıya ve yürütmeyi denetlemekle yükümlü Meclisimize önemli görevler düşmektedir. İkinci olarak ise, toplumda mevcut cinsiyetçi kalıp ve klişelerin önüne geçilmesi gerekmektedir. Bu çerçevede, kadına karşı şiddetin bir insan hakkı ihlali olduğunu insanların zihinlerine küçük yaştan itibaren yerleştirmeliyiz. Kanunlarımızın kadına karşı şiddeti suç addetmesi, şiddet uygulayanları cezalandırması yeterli olmamakta, ayrıca zihinlerde şiddeti teşvik eden, hoş gören klişe ve kalıpların da değiştirilmesi, yıkılması gerekmektedir.

Kadına yönelik şiddet sorununa karşı Türkiye nezdinde öncelikle ele alınması gereken ise; kadının acısının gerçekliği karşısında bir takım sloganik ifadeler üretmek ve niteliği olmayan söylemler geliştirmek değil kadına şiddet konusunun sosyal ve siyasal kutuplaşma ekseninde tartışılmasından çıkılıp, meseleye merhem olacak sosyal politikalar nezdinde ele alınmasının sağlanmasıdır. Bu temel şart sağlanabildiği takdirde kadına yönelik şiddete karşı etkin sosyal politikalar geliştirebilmenin yolu da açılacaktır. Elbette ki bunun sağlanması da konuya ilişkin gerekli farkındalığın toplumun tüm kesimlerince özümsenmesiyle mümkündür.”