Ekranları Başında Bizleri Takip Eden Saygıdeğer Vatandaşlarımız,

Çok Değerli Basın Mensupları,

Hepinizi saygı ve muhabbetle selamlıyorum,

Bugün “Hukuksuzluğun Sıradanlaşması: Silahlı Terör Örgütü Üyeliği Yargılamaları” isimli raporumun takdimini yapmak üzere sizlerin karşısındayım.

Malumunuz 15 Temmuz 2016, demokrasi tarihimizin en acı günlerinden birisidir. Devletin tüm kurumlarını, yasama, yargı ve yürütme organlarını işlevsiz hale getirmeyi amaçlayan örgütlü bir grup asker tarafından alçak bir darbe girişimi gerçekleştirilmiştir.

250’den fazla sivil ve kamu görevlisi vatandaşımız hayatını kaybetmiştir. Hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet diliyorum. Bu darbeye canları pahasına karşı durmak için yaralanan ve sakat kalan tüm vatandaşlarımıza da tekrar şükranlarımı sunuyorum.

Darbenin ardından devletimiz, kendi varlığını ve demokrasimizi koruma sorumluluğuyla darbe girişimini gerçekleştiren FETÖ ile etkin şekilde mücadele etmeyi amaçlamış ve olağanüstü hâl ilan etmiştir.

Bu açıdan zorunlu olarak ilan edilen OHAL sürecinde ise tekrar hukuka dönülmesi için gereken normalleşme adımları atılmamış tam aksine bir yönelim ile hukuk devleti ilkelerinden olabildiğince uzaklaşılmıştır.

Siyasi nefretle yargı üzerinde oluşturulan baskı nedeniyle hukuk devletine verilen en ciddi zararlardan biri de kuşkusuz ceza yargılamalarında yaşanmıştır.

Adalet Bakanlığı’nın yayımladığı Adalet İstatistiklerine göre cumhuriyet başsavcılıklarınca 2016-2020 yılları arasında silahlı terör örgütü suçundan en az 1.576.566 soruşturma başlatılmıştır. Bir buçuk milyondan fazla insandan bahsediyorum. Bir Kayseri’den, bir Manisa’dan, bir Samsun’dan daha fazla bir nüfustan bahsediyorum.

Değerli Arkadaşlar,

Kamuoyu olarak bu sayıları yeterince idrak etmiş durumda olmadığımıza inanıyorum.

1,5 milyondan fazla terörist olasılığı….

1 milyon 576 bin insanı aileleri ile birlikte hesap edelim. 5 kişilik çekirdek aileyi baz alalım. Bu soruşturmalardan etkilenen insan sayısı nerdeyse 8 milyon ediyor. Hırvatistan, Danimarka, Norveç, Finlandiya gibi ülkeleri geçtim, komşumuz Bulgaristan’ın toplam nüfusundan daha fazla insan bizde terör örgütü soruşturmalarının doğrudan etkisi altında.

Bu akıl tutulmasını, her türlü aklı selimi aşan bu deliliği bir ülke ne kadar kaldırabilir? Komşusu aç yatarken tok yatan bizden değildir medeniyetine mensup olduğumuzu iddia ederiz. Peki komşusu bu zulümlere maruz kalırken oralı olmamayı ne kadar sürdürebiliriz!

Bakın bu soruşturmalar halen devam etmektedir. Yüzlerce iddianame ve bir o kadar mahkeme kararı okumuş birisi olarak açık ve net olarak bu dosyaların çok büyük ekseriyetinin boş olduğunu, legal faaliyetleri hukuksuz bir biçimde suç olarak tanımladığını, ne masumiyet karinesinin ne de adil yargılanma hakkının dikkate alınmadığını iddia ediyorum.

Size şöyle bir düz hesap yapayım. Doğrudan darbe teşebbüsüne katılmakla yargılanan insan sayısı 10 bini geçmiyor. Mahkûmiyet oranı burada bile yüzde 50 civarında, yani 5 bin. Örgütün mahrem yapısında da diyelim ki taş çatlasın 5 bin kişi vardı ayrıca, eder 10 bin.

Bir tarafta 1 milyon 576 bin, diğer tarafta 10 bin.

Kaldı ki bu 10 bin kişiden darbe teşebbüsü dışında kalan kesimindekilerin çok büyük bölümü, en fazla suç örgütü üyeliğinden soruşturmaya tabi tutulabilirdi.

Peki 10 bin 1,5 milyonun yüzde kaçı eder?

Yüzde biri bile etmez. Bu sayıları verip yorumluyorum ki nasıl büyük bir saçmalık ile karşı karşıya olduğumuz anlaşılsın.

Züccaciye dükkanına giren fil edasıyla  hareket edenler, topluma FETÖ ile etkin mücadele ettiklerini göstermek istiyorlar ama aslında tam tersine sebebiyet veriyorlar.

FETÖ ile mücadele ancak hukuk zemininde kalarak, adaleti sağlayarak ve insanları mücadele esaslarına ve yöntemlerine ikna ederek olur, Fethullah Gülen yapısının geçmişte uyguladığı metotları daha da profesyonelleştirip egemen kılarak değil.

Bu nedenle artık hukuka dönülmesi ve haksız şekilde yargılanan kişiler hakkında çözüm yolları geliştirilmesi hukuki ve vicdani bir zorunluluk teşkil etmektedir.

Bu rapor bu maksatla kaleme alınmıştır.

Bir hukukçu olarak raporumda, silahlı terör örgütü yargılamalarında belirlenen kriterlerin mevzuatımıza, Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay’ın geçmiş içtihatları yanında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları ışığında değerlendirdim.

Bu rapor, Türkiye’nin hukuk devleti çizgisine dönebilmesi ve yaşanan hak ihlallerinin giderilebilmesi için durum tespiti ve tarafımın kamuoyuna açık çağrısıdır.

Kıymetli Vatandaşlarımız,

Mevzuatımıza göre, bir kişinin terör örgütü üyesi olarak yargılanabilmesi ancak o kişinin terör örgütünün terör örgütü vasfı bilinci içerisinde örgüte destek olması ile mümkündür.

Yani kişi, örgütün terör örgütü olduğunu bilerek ve bu bilinçle örgütün amaç ve hedeflerini benimseyerek ve bu hedefler doğrultusunda suç işlemek veya işlenen suçları şu veya bu fiillerle desteklemek üzere emir komuta zincirine dahil olmalıdır.

Aksi takdirde bir kişinin bırakın kovuşturmaya tabi tutulmasını, silahlı terör örgütü suçundan soruşturmaya tabi tutulması dahi gayri hukukidir.

Soruyorum!

Sokaktaki 1,5 milyondan fazla vatandaşa ‘Sen bu örgütün terör örgütü olduğunu bilmeliydin.’ muamelesi yapan yargının kendisi, 15 Temmuz darbe teşebbüsü öncesinde üzerine düşeni yapmış mı?

Devleti yönetenlerin şerrinden korkarak heyecanla gelen geçeni terör örgütü soruşturmasına tabi tutan savcılar o zaman neredeymiş?

Peki yargıya yönelik baskı ile bu zulme sebep olan yürütme mensupları neden üzerlerine düşeni 15 Temmuz darbe teşebbüsü öncesinde yapmamışlar?

Neden beklemişler?

Devletin en üst mercilerinin sözde bilmediğini, vatandaşın neden bilmesi gerekiyormuş? Bunun izahı gerekmez mi?

Bakın yürütmenin bir birimi olan Milli Güvenlik Kurulu darbe teşebbüsünden sadece 50 gün önce, yani 26 Mayıs 2016 tarihinde Fethullah Gülen yapılanması ile ilgili terör örgütü tanımını kullanıyor, “paralel devlet yapılanması terör örgütü” şeklinde açıklama yapıyor.

Daha öncesinde yok.

Ayrıca bilindiği üzere bu örgüt, darbe teşebbüsüne kadar açıkça cebir ve şiddete de başvurmamış ve silahlı terör eyleminde bulunmamıştır.

Yargı ise bu örgütün silahlı bir terör örgütü olduğunu ilk kez bir mahkeme kararında darbe teşebbüsünden 29 gün önce, yani 16 Haziran 2016 tarihinde kabul etmiştir. Bu tarihte Erzincan Ağır Ceza Mahkemesi, FETÖ/ PDY’nin devletin hiyerarşik yapısı dışında özellikle yargı ve emniyet birimleri ile Türk Silahlı Kuvvetlerinde örgütlenmesi nedeniyle yapılanmanın silahlı bir terör örgütü olduğunu kabul etmiştir.

Hem yargı hem yürütme bu örgütün terör örgütü olduğuna darbeden yaklaşık bir, bir buçuk ay önce ancak kanaat getirebilmişken, daha öncesinde bu örgütün legal faaliyetleriyle irtibatı olmuş kişileri sadece yakıştırmalar üzerinden terör örgütü üyeliği ile suçlaması; bırakın hukuku, akılla, mantıkla izah edilebilir değil.

Saygıdeğer Vatandaşlarımız,

FETÖ soruşturması geçiren kişilerin büyük bir çoğunluğu bu örgüte dini saiklerle girmiş ve dini saiklerle hareket ettiklerini ortaya koyan faaliyetlerde bulunmuşlardır.

Örgütün dini cemaat olarak görüldüğü ve devletin en tepesi tarafından açıkça desteklendiği bir dönemde, insanların Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı ve müfredatı kontrol altında olan özel okullarda öğretmenlik yapması ya da çocuklarını bu okullarda okutması suç değildir.

Örgütün öğrenci evlerinde veya yurtlarında kalınması, okullarına veya dershanelerine gidilmesi, gazetelerine abone olunması ya da kermeslerde yardım toplanması suç teşkil etmemektedir.

Bu fiiller temel anayasal hakların kullanılmasından ibarettir ve bu fiillerin silahlı terör örgütü üyeliği suçu bağlamında soruşturma kapsamında değerlendirilmesi gayri hukukidir.

Aksi takdirde sormalıyız! Madem bu kurumlar terör örgütünün unsurları, neden kapatmadınız da vatandaşımızı adeta tuzağa ittiniz?

Aynı şekilde MASAK ve BDDK tarafından para giriş ve çıkışları ile bilançoları kontrol altında olan ve yasal olarak faaliyette bulunan Bank Asya’ya belirli tarihlerde para yatırmak da suç olamaz.

Hesap hareketleri bağlamında ceza sorumluluğu doğabilmesi için söz konusu bankadaki hesap hareketlerine konu edilen paraların suçtan kaynaklanmış olması yahut da meşru bir yolla elde edilmiş olsa bile söz konusu paralarla somut bir suçun finanse edilmesi gerekir.

Yani bir suçun işlenmesine katkı sağlamak amacıyla bu para transferlerinin yapılması halinde ancak ceza sorumluluğu doğabilir. Aksi durumda ceza kanunumuza göre bu eylemler suç teşkil etmez.

Benzer şekilde ByLock haberleşme programını kullanma eylemini silahlı terör örgütü üyeliği suçunun oluşması için belirleyici delil kabul eden Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi göz göre göre suçun maddi ve manevi unsurlarını yok saymıştır.

Oysa bu haberleşmenin içeriği tespit edilmeli, bu içeriklerin terör örgütüyle ilgisi ve kişinin dahli ortaya konulması terör örgütü bağlamında değerlendirilebilmesi için şarttır.

Aksi durumda Fethullah Gülen veya örgütün diğer yöneticileri ile zamanında görüşen herkesin – görüşmenin içeriğini dikkate alınmaksızın- terör örgütü üyeliğinden yargılamak gerekirdi?

Neden yapılmıyor?

İçerikleri tespit edilmediği sürece kişinin örgüt hiyerarşisine dahil olduğunun, örgütle canlı, geçişken ve etkin organik bağ kurduğunu göstergesi de olamaz.

Burada özellikle suçun manevi unsuru yani “kast” değerlendirme dışı bırakılmıştır.

Öyle ki örgüt üyeliği suçunun oluşması için örgüt üyesinin doğrudan kastının olması gereklidir. Yani kişinin örgüte bilerek ve isteyerek katılması, katıldığı örgütün niteliğini ve amaçlarını bilmesi ve istemesi gerekir. Hatta Yargıtay içtihatlarında bir adım daha ileriye giderek failin   özel kastının yani “suç işleme amacının” olması gerektiğini de tespit etmiştir.

Suç olmayan faaliyetlerin birleştirilmesinden de suç doğmaz.

Bu yaklaşımlar hukukun temel kurallarını göz ardı etmektedir.

Aziz Milletim,

Peki terör örgütü yargılamaları neden birer hukuk garabetine dönüşmüştür?

Çünkü yargılamaların ekseriyetinde suç teşkil eden bir fiil ve kasıt üzerinden değil failin mensubiyeti üzerinden yakıştırmalarla hüküm verilmiştir.

Bu garabete iktidarın yargı üzerinde kurduğu korku iklimi neden olmuştur.

Yargıtay tamamen mevzuata ve kendi geçmişteki içtihatlarına aykırı şekilde maddi ve manevi unsurlarla ilgili kriterleri göz ardı etmiştir. Bu kriterlere dayanan birinci derece mahkemeleri de Yargıtay’a aykırı karar vermemek adına yanlışlıklara ve adaletsizliklere imza atmıştır.

Bu nedenle bugün yargı, Yargıtay ve kısmen Anayasa Mahkemesi kişilerin bireysel fiilleri ve suç işleme kasıtları üzerinden değil, mensup oldukları gruba göre kararlarını vermektedir.

Değerli Vatandaşlarımız,

Sonuç olarak, yaşanan adaletsizlikler karşısında siyasetçilerin, hukukçuların ve kamuoyunun büyük bir kısmı “FETÖ etiketi bana da yapıştırılır” endişesi veya umursamazlıktan görmese de duymasa da bu yargılamaların toplumda etkisi çok uzun yıllar sürecek ve gelecek nesillere aktarılan travmalar derinleşecektir.

Bu yüzden raporumla, herkesi adaleti konuşmaya davet ediyorum. Silahlı terör örgütü üyeliği yargılamalarındaki adaletsizliklere son vermeye davet ediyorum.

Artık hiç kimsenin ya da grubun düşünceleri sebebiyle peşinen suçlu ilan edilmediği, ceza hukukunun temel ilkelerinin ve adil yargılanma hakkının esas alındığı bir hukuk devleti çizgisine geri dönme zamanı gelmiş de geçmektedir.

Bu minvalde yapılması gereken;

  • Fethullah Gülen örgütünün, Terörle Mücadele Kanunu kapsamındaki amaçlarına ulaşması için faaliyet gösteren üyeleri elbette silahlı terör örgütü üyeliğinden sorumlu tutulmalıdır.
  • FETÖ’nün silahlı terör örgütü niteliğini bilmeyen ve bu kapsamda da silahlı terör örgütüne üye olma kastı olmayan kişiler silahlı terör örgütü üyeliğinden yargılanamazlar.

Bu kişilerden; sınav sorularının çalınması, devlet kadrolarına haksız şekilde yerleşilmesi, yargı kararlarının etkilenmesi, vergi denetimlerinin art niyetli yapılması, hukuksuz dinlemeler, şantaj, tehdit gibi TCK’daki terör suçu sayılmayan suçların işlenişine katılmış olanlar örgüt hiyerarşisi içerisindeki yerlerine ve yargılamalar sırasında ortaya çıkarılan kast ve saiklerine göre suç örgütü üyeliğinden cezalandırılmalıdır.

  • Bunlara karşılık; FETÖ’nün silahlı terör örgütü niteliğini bilmeyen ve bu kapsamda da silahlı terör örgütüne üye olma kastı olmayan, TCK’daki herhangi bir suçu işlememiş kişiler ise örgüt hiyerarşisi içerisindeki yerlerine ve yargılamalar sırasında ortaya çıkarılan kast ve saiklerine göre beraat ettirilmelidir.

Türkiye’de yaşanan hukuksuzluklardan ve adaletsizlikten tüm toplumun sorumlu olduğu unutulmamalıdır.

Ve ülkemize adaletin gelmesi için hepimizin bu adaletsizliklere ses çıkarması ve adaletsizlikleri reddetmesi şarttır.

Hepinize iyi günler diliyorum.

 

Basın toplantısı kaydına buradan ulaşabilirsiniz.

Connect with Me: