DEVA Partisi Hukuk ve Adalet Politikaları Başkanı Mustafa Yeneroğlu’nun

“Hanau Saldırısının Birinci Yıl Dönümü”ne İlişkin Basın Açıklaması

 

Hanau- Fatih, Ferhat, Gökhan, Hamza, Kaloyan, Mercedes, Nesar, Sedat ve Vili

Bundan tam bir yıl önce bugün, 19 Şubat 2020 tarihinde, Almanya’nın Hanau şehrinde bir saldırgan, içlerinde Türkiye kökenli vatandaşlarımız da olmak üzere toplamda 9 kişiyi silahla vurarak öldürdü.

Fatih, Ferhat, Gökhan, Hamza, Kaloyan, Mercedes, Nesar, Sedat ve Vili adeta sıradanlaşmış kin ve nefretin kurbanı oldular.

Irkçı bir terörist tarafından düzenlenen bu saldırı, Almanya’da göç kökenli insanlara yönelik ırkçı nefretin son halkasını oluşturdu. Bundan önce de Mölln, Solingen gibi kundaklamalarda ve NSU cinayetleri gibi insanlık dışı eylemlerde birçok insanımızı kaybetmiştik. Hanau ise Almanya’da ırkçılıkla mücadele anlamında daha gidilecek ne kadar uzun bir yol olduğunu yeniden gözler önüne serdi.

Irkçı saldırılar, doğal afetler gibi gerçekleşmesi tabii görülebilecek olaylar değildir. Irkçı nefret, doğrudan devletlerin müdahalesiyle ve siyasetçilerin öncü ve örnek olmasıyla engellenmesi gereken, teşvik edildiği takdirde ise toplumu zehirleyen bir ideolojidir. Bu yönüyle Almanya’da yaşayan milyonlarca vatandaşımızı tehdit eden bu nefret ideolojisiyle tüm kamu kurumları sivil toplumu da harekete geçirerek etkili bir şekilde mücadele etmelidir.

Bugün Hanau saldırısının ardından gündemde çeşitli skandallar da var: Olayın yaşandığı gece, ırkçı katil Hanau şehir merkezinde 3 kişiyi öldürdükten sonra arabasına binip, Kesselstadt’taki ikinci olay mahalline gitmiş, orada da 6 kişiyi öldürmüştür. Bu esnada polis acil çağrı merkezine yapılan çağrılar yanıt bulmamıştır. Katil, iki ayrı olay mahallinde 9 kişiyi öldürdükten sonra da evine gidebilmiş, orada annesini öldürüp intihar etmiştir. Bütün bu süreçteki zafiyetler aydınlatılmalı ve sorumlular hesap vermelidir.

Ayrıca ırkçı katilin, bir atış derneğinde senelerce antrenman yapan, profesyonel bir nişancı olduğu bilinmektedir. Silah ruhsatı olan bu kişi, saldırıdan çok kısa bir süre önce kamu kurumlarına mektuplar yazmış, komplo teorilerini dile getirmiş, akli melekelerinin yerinde olmadığını kanıtlamış fakat buna rağmen silah ruhsatı elinden alınmamıştır. Almanya’da kamu kurumları silah ruhsatı konusunda üzerlerine düşeni yapsaydı, bugün 9 kişi belki de hayatta olacaktı. Bu yönüyle Hanau saldırısında, katilin elinde silah olmasına izin veren tüm kurumlar hesap vermelidir.

Ayrıca saldırıdan sonra –bir benzerini NSU cinayetlerinde de gördüğümüz gibi- kurbanların aileleri, polis ve güvenlik güçleri tarafından insan onuruna yakışır bir muameleye maruz kalmamış, ailelere evlatlarının, kardeşlerinin nerede olduğu söylenmemiş, onlara haber verilmeden otopsi yapılmış, onların sevdikleriyle sükunetle vedalaşmaları engellenmiştir. Bu durum, Almanya’daki birçok kurumda, kurban göç kökenli olduğunda ortaya çıkan şüphe ve ön yargıları yeniden ortaya çıkarmıştır. Kurban yakınları, yeniden travmatize edilmiş, devlet bütün gücüyle onların yanında olduğunu gösteren mesajları vermekte çekingen davranmıştır.

Almanya resmî kurumlarının rakamlarına göre halihazırda 13.000’den fazla ırkçının şiddete hazır halde sokakta gezdiğini ve yapısal ırkçılıkla yeterince mücadele edilmediğini dikkate alırsak, vatandaşlarımızın nasıl bir tehditle karşı karşıya olduğunu anlamış oluruz.

Bütün bunlardan hareketle, bilhassa siyasi aktörler olarak, ırkçılıkla mücadele konusunda birinci vazifemiz, nerede olursa olsun ötekileştirmelere, nefret diline ve ırkçı atmosfere karşı mücadele etmek olacaktır. Ancak o zaman Almanya’ya ve tüm dünyaya ırkçılıkla mücadele konusundaki sorumluluklarını hatırlatma konusunda bir rol üstlenebilir ve vatandaşlarımızı korumak adına görevlerimizi yerine getirebiliriz. Her yerde ötekileştirmeye, nefrete ve ırkçılığa karşı daha güçlü bir biçimde hayır demeliyiz!

 

Connect with Me: