Ekranları Başında Bizleri Takip Eden Saygıdeğer Vatandaşlarımız,

Çok Değerli Basın Mensupları,

Hepinizi saygı ve muhabbetle selamlıyorum,

Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülmeye devam eden Torba kanun teklifi hakkında görüş ve önerilerimizi sunmak için bugün sizlerin karşısındayım.

Toplamda birbiri ile alakasız 25 madde bulunan teklif ile 18 Kanun ile 2 KHK’da değişiklik yapılması öngörülmektedir. Yıllardır eleştirdiğimiz torba kanunların demokratik kanun yapım tekniği ile bağdaşmadığı açıkken iktidar ne yazık ki bu usulden bir türlü vazgeçmemektedir.

Teklifte içerik olarak ise özellikle bazı maddeler hukuken çok sorunludur. Bunlardan ilki terörle mücadele kapsamında ek gözaltı süreleriyle ilgili olağanüstü yetkilerin 3 yıl uzatılmasıdır. İkincisi şirketlere kayyım atanması hususunda TMSF’nin görev sürelerinin 3 yıl uzatılmak istenmesidir. Üçüncüsü ise terörle iltisaklı olduğu düşünülen kamu görevlilerinin kamu görevinden uzaklaştırılması ve ihracı gibi tedbirler bakımından kurumlara verilen yetkilerin süresinin 3 yıl daha uzatılması öngörülmektedir.

Bu düzenlemeler, ülkede zaten derin ve telafisi zor yaralar açan OHAL sürecinin 3 yıl daha uzatılması anlamına geliyor.

İkide bir yok insan hakları reformu, yok hukuk reformu diye kamuoyunu aldatmaya çalışan iktidar bu teklif ile hukuksuzluk rejimini ve keyfi yönetimini bırakmayacağını açıkça itiraf ediyor.

Kaldı ki teklifin gerekçesinde, yalnızca, söz konusu sürenin terör örgütleriyle mücadele kapsamında duyulan ihtiyaca binaen uzatıldığı belirtilmektedir. OHAL ilanını gerektiren sebebin üzerinden 5 yıl geçmişken, tedbir adı altında hangi ihtiyaçtan bahsedildiğini anlamak mümkün değildir.

Değerli Vatandaşlarımız,

Bilindiği üzere ülkemiz 15 Temmuz 2016’da bir darbe teşebbüsü ile karşı karşıya kalmış ve FETÖ ile etkin bir mücadele gerçekleştirilmesi için OHAL ilan edilmiştir.

OHAL sürecinde tekrar hukuka dönülmesi için gerekli bir zemin hazırlanması gerekirken siyasi kin ve intikam duygularıyla hukuku katleden bir anlayış ne yazık ki ülkeye egemen olmuştur. Bu süreçte şahsen iktidar partisi içinde mücadele verdiğimiz süreçte tekrar hukuka dönülmesi gerektiği çağrılarımız ise ne yazık ki yanıtsız kalmıştır.

Terör suçları bakımından yüzbinlerce soruşturma yürütülmüş, bağımsız ve tarafsız karar veremeyen yargı organlarının haksız ve hukuksuz hükümleriyle terörle mücadele adı altında mağduriyetler yığını ortaya çıkarılmıştır. Anayasa Mahkemesi’nin Ömer Faruk Gergerlioğlu hakkında oybirliği ile verdiği ihlal kararı, terör suçlarının ne kadar hatalı bir şekilde uygulandığını bir kez daha gözler önüne sermiştir. Anayasa Mahkemesi, derece mahkemelerinin ve Yargıtay’ın yeterli gerekçe göstermeksizin mahkûmiyet kararı verdiklerini ifade etmiştir.

Bu durum yürütülen davaların çok büyük ekseriyeti için geçerlidir.

Ayrıca KHK sorununa çözüm bulmak yerine yeni ihraçlarla sorunlar derinleştirilmiş, üstüne bir de vatandaşların özel sektörde çalışmalarına dahi engel olunmuştur. Ülkemizin hukuk ve insan hakları yarası, giderek derinleşerek düşman hukuku anlayışı bir hal almıştır.

İktidar, ortaya çıkan tüm bu insan hakları ihlallerine karşı kör, sağır ve dilsiz kalmayı ve çözümsüzlüğü sürdürmeyi tercih etmiştir.

Toplum olarak gerçekten ne kadar büyük bir zulüm, büyük bir dram ile karşı karşıya olduğumuzun yeterince idrak edilmiş olduğunu düşünmüyorum.

Elbette terörle etkin şekilde mücadele etmek, milletin huzuru ve güvenliğini sağlamak hepimizin önceliğidir. Terör örgütleriyle mücadele kararlılıkla yürütülmelidir. Bu mücadele vatandaşının güvenliğinden ve huzurundan sorumlu hukuk devleti anlayışının zorunlu gereğidir. Ancak yürütülen mücadele hukuk sınırları içinde yürütülmelidir.

Terör örgütleriyle mücadele hukuk sınırları içinde olmadığı müddetçe bir topluluğa duyulan kin bizi adaletsiz davranmaya iter. Bu durumda da terörle mücadele edilirken ortaya konan emeklerinde hepsi sonuçsuz kalır.

Kıymetli Basın Mensupları,

Malumunuz 2018 yılında OHAL sona ermeden çok sayıda kanunda değişiklik yapılmış; olağanüstü halde dahi hukuka uygun kabul edilemeyecek bazı uygulamaların olağan dönemde sürdürülmesi imkânı yaratılmıştır, yani aslında OHAL denilen olağanlaştırılmıştır.

Bu kapsamda kanun teklifini değerlendirdiğimizde teklifin 12. maddesi ile Terörle Mücadele Kanunu kapsamında öngörülen değişiklik ile toplu işlenen suçlarda gözaltı süresi 12 güne kadar uzatılabilecektir. Bunun anlamı OHAL dönemi uygulamalarının 3 yıl daha devam etmesi demektir. İktidarın en çok kullandığı yöntemin, kendine muhalif olan insanları terörize ettiği ve susturmayı amaçladığı dikkate alındığında, bu düzenlemenin ne kadar tehlikeli olduğu daha net bir şekilde anlaşılacaktır.

Bu düzenlemenin kapsamı çok geniştir, gözaltı süresinin uzunluğu, tutukluluğa itiraz, tahliye talepleri ve tutukluluğun incelenmesi gibi işlemlerin dosya üzerinden yapılması gibi hususlar hak kayıplarına ve vatandaşlarımızın mağduriyetine neden olacaktır.

Ayrıca düzenleme, Anayasa’nın 19. maddesinde belirtilen sürelerden fazla olması nedeniyle özellikle kişi hürriyeti ve güvenliği başta olmak üzere pek çok hak ihlalini de beraberinde getirmektedir.

Değerli Arkadaşlar,

Teklifin 19. maddesi ile terör suçları bakımından yürütülen soruşturma ve kovuşturmalarda kayyum atanmasına karar verildiği takdirde kayyumluk görevinin TMSF tarafından yerine getirileceğine ilişkin öngörülen süreler de 3 yıl daha uzatılmak istenmektedir.

Teklifin bu maddesi açıkça bize iktidarın olağan bir hukuk devleti düzeninde ülkeyi yönetemez hale geldiğini göstermektedir.

Organize suç örgütlerinin özel mülkiyete çökmesinin sıradanlaştığını her gün duyuyoruz. İktidar da aynı şekilde OHAL’in bitmesinin üzerinden 3 sene geçmiş olmasına rağmen bu dönemdeki uygulamalarını 3 yıl daha uzatmak istiyor.

Terör örgütlerine aidiyeti, iltisakı veya irtibatı olduğundan şüphelenilen şirketlere kayyım olarak TMSF’nin atanması teklifi bu çökme mantığının sonucudur.

Olağan hukuk düzeninde mahkemelerce yapılan kayyım atamalarında kayyımlar adeta şirketin sahibi gibi şirketi iyi bir şekilde yönetmekle yükümlüdür.

Fakat TMSF’nin kayyım atandığı durumlarda şirketler genelde çok kötü yönetilmektedir.

Şirketler zarara sokuluyor. Kayyım atanan şirketlerin aslında terör örgütleriyle alakası olmadığı ortaya konulsa bile olan olmuş oluyor.

Şirket sahipleri ise zararları için devlete karşı dava açsa bile bu davalar yıllarca sürüyor. Ve şirket hem bu yargılama sırasında üzerine yapışan yafta ve ettiği zararla kalıyor.

Bir ülkede şirketlerin yönetimine çeşitli mafyatik kişi ve gruplar cebirle veya hükümet haksız bahanelerle el koyabiliyorsa orada yerli ya da yabancı hiç kimse yatırım yapmaz.

Bu keyfi yönetim anlayışıyla yurtdışından yatırım çekebilir miyiz?

Mümkün olabilir mi?

Aziz Milletim,

Teklifin 22. maddesi ile terör örgütleri ya da illegal oluşumlarla ilgisi olduğu değerlendirilenlerin kamu görevinden ihraç gibi tedbirlerin süresi de üç yıl uzatılmak istenmektedir.

Türk hukukunda, kamu görevlilerin görevden uzaklaştırılması ya da görevine son verilmesine ilişkin kapsamlı düzenlemeler varken, OHAL mevzuatına sığınmak kamu görevlilerini sürekli olarak baskı altında bırakmak, yakıştırma ve yetersiz gerekçelerle görevlerine son vermek ve sindirmekten başka bir anlam ifade etmemektedir.

Öte yandan bir hukuk devletinde, haksız bir şekilde görevine son verilen kişi tabii olarak görevine iade edilir ve bu haksızlık karşısında tazminat alabilir. Bu, Anayasa’nın, “İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır.” şeklindeki hükmünde somutlaştırılmış temel bir prensiptir. Oysa, getirilmeye çalışılan düzenlemeler ile iktidar en az üç yıl daha hesap verebilir olmaktan çıkmak istemektedir.

Sevgili vatandaşlarım,

Buradan iktidara sesleniyorum.

Hukuka aykırı ve keyfi bir şekilde terör örgütü üyesi olma veya suç işleme kastı olmayan insanlara üyelikten cezalar verilmesi ve kamu görevinden uzaklaştırılması gibi uygulamalara son verilmelidir.

Anayasa ve tarafı olduğumuz uluslararası sözleşmelerde yer alan yükümlülüklere aykırı bir şekilde OHAL’i kalıcılaştırma çabasından vazgeçilmelidir.

FETÖ’nün illegal amaçlarına bilerek ve isteyerek dahil olan ve bu kapsamda suç işleyen kişilerin hukuk kuralları ve geçmiş içtihatlar ışığında cezalandırmak elbette kaçınılmaz bir zorunluluktur. Ancak suç işleme saikiyle örgüte destekleri olmayan insanlara terörist muamelesi yapmak zulümdür. Terör örgütü üyeliğinden hüküm giyen birçok insandan çok daha fazla örgüte yardım edenler bakan olabilecek, milletvekili olabilecek ama üç beş sohbete katıldığı için, legal bankaya para yatırıp legal sendikaya üye olunduğu için terör örgütü üyesi olunacak. Böyle bir zalimlik olabilir mi?

Sonra zalim deyince zorba deyince kızıyorlar.

Bu zorbalık değil de nedir?

Bu olanlar zalimlik değil de nedir?

Ne kadar büyük zalimlik olduğunu anlayabilmeniz için illa bu zulüm bizzat kendi başınıza mı gelmesi gerekiyor?

İnsanlar hangi suçu işlemiş olurlarsa olsun onlara fiilleriyle ölçülü ceza verilmesi ve cezalarını çektikten sonra topluma yeniden uyum sağlamalarının sağlanması ceza politikasının da insanlığın da gereğidir.

Milyonlarca insanı, çocukları ve aileleriyle birlikte düşman gösteren ve hayattan küstüren hareketlere derhal son verilmelidir.

Söz konusu hesap vermezlik düzeni derhal sonlandırılmalı ve ülkenin daha fazla yoksullaşmasına, milletimizin daha fazla fakirleşmesine engel olunmalıdır. Her şey normale dönsün ki yüksek enflasyon da işsizlik de fakirlik de son bulsun.

Unutulmamalı ki nerede keyfi bir yönetim varsa orada fakir bir halk vardır.

Sonuç olarak söz konusu 3 madde komisyon görüşmelerinde tekliften çıkartılmalıdır.

DEVA Partisi olarak, bu hukuksuz düzenin sürdürülmesine elbette karşıyız. Hukukun üstünlüğüne olan inancımızın ve bağlılığımızın gereği olarak, anayasa ve evrensel ilkeler ışığında insan onuruyla yaşamanın önündeki tüm yapısal ve yasal engelleri kaldıracağız.

Hepinize iyi günler diliyorum.

Connect with Me: