Saygıdeğer basın mensupları;
DEVA Partisi olarak öncelikle Bursa’da yaşanan sel felaketinde hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, yakınlarına ve tüm milletimize başsağlığı diliyoruz. Selden etkilenen tüm bölge halkına geçmiş olsun dileklerimi sunuyoruz. Henüz ulaşılamayan vatandaşlarımızdan sağlıklı, hayırlı haberler almayı ümit ediyoruz.
Değerli Arkadaşlar,
Bildiğiniz üzere, illerde çoklu baro kurulması ve baroların hukuk devletini ve insan haklarını savunmalarını engelleme hususlarında yapılması öngörülen Avukatlık Kanunu’nda değişikliklere karşı olduklarını duyurmak amacıyla, 60’a yakın Baro Başkanı eş zamanlı olarak Ankara’ya “Savunma Yürüyüşü” başlatmışlardır.
Anayasa’ya açıkça aykırı bir öneri ile ve ‘PKK baroları’ gibi tanımlarla adeta terör örgütü uzantıları gibi gösterilmeye çalışılan ve bu sebeplerle çok haklı bir direniş içinde meslek örgütlerinin başkanları, aslında kendi haklarını değil, demokrasi ve hukuk devletini savunmak için çıktıkları yürüyüşte maalesef, iktidar tarafından hukuksuz bir biçimde engellenmiştir. Baro Başkanları darp edilmiş, polis şiddetine maruz kalmışlardır. Kendilerine ulaştırılmak istenen temel ihtiyaçlarına dahi el konulmuştur.
Değerli Arkadaşlar,
Türkiye’nin farklı illerinden Ankara’ya, Anıtkabir’e yürümek isteyen savunma hakkının temsilcileri ve hukuk devletinin bekçileri olan avukatların temsilcileri, baro başkanlarının gösteri ve yürüyüşünün kime, ne zararı olabilir? Şehre girmek istemeleri karşısında polis engeliyle karşılaşmaları, uygulanan baskı ve cebir tüm avukatlar özelinde, asli unsuru oldukları yargıya ve ona olan inanca bir ihanet değil midir?
Ordu Barosu başkanının gözaltına alınmak istenmesinin, Gaziantep Baro Başkanının darp edilmesinin hangi demokratik devlette eşi benzeri olabilir. Tüm bu olanlar utanç tablosu olarak uzun yıllar hafızalara kazınmıştır.
Saygıdeğer Basın Mensupları,
Keyfi engeller ve polis şiddeti hukukun üstünlüğünü savunmak isteyen barolarımız nezdinde vatandaşlarımıza da bir gözdağı verilmesidir. Ne yazık ki, Türkiye’de baskı dönemi uygulamalarına birebir benzer uygulamalar ile korkunun hakim kılınması arzulanmakta, farklılıklar susturulmak, ötekileştirilerek sindirilmek istenmektedir.
Hükümeti, muktedirleri defaatle uyarıyorum, farklılıklarıyla barışmayan, onlara söz hakkı tanımadığı gibi seslerini kısmak isteyen yönetimler kaybetmeye mahkumdur. Yakın tarihteki örneği 28 Şubat’tır. Ülkeyi huzura ve refaha erdirecek tek çözüm, çoğulcu ve demokratik bir toplum meydana getirme gayretidir. Toplumun her kesiminden ‘Adalet’ haykırışları yükseliyorsa, avukatlar da adalet diye sokaklara dökülmüşse, kaybettiğinizi kabullenmeniz gerekir, baskı ve korkuyla bir ülkenin yönetilemeyeceğini artık idrak etmeniz gerekir.
Unutulmamalıdır ki söz konusu baro düzenlemesine baroların tamamı karşıdır. Hükümet “ben yaptım oldu” anlayışından da bu zihniyeti inatla sürdürmekten de vazgeçmelidir. Herkesin kabul edebileceği bir düzenlemenin yapılması ya da bu ısrardan vazgeçilmesi barolar gibi bizim de hükümetten beklentimizdir.
Kıymetli Basın Mensupları,
Maalesef gelinen noktada Türkiye; otoriter ve keyfi yönetimini salgın hastalıkla birlikte ciddi şekilde hızlandırmıştır. Ülkemizde herkes konuşmaktan, düşüncesini açıklamaktan çekinmekte, vatandaşlarımız anayasal haklarını dahi kullanamamakta, hukuksuzluklar, adaletsizlik hüküm sürmektedir. Eşitsizlik hayatın her alanında hissedilmektedir. Ciddi yönetim hataları, ekonomik sorunlar, hukuki ve siyasi istikrarsızlık, gündem değiştirmek isteyen iktidarın daha çok baskı ve korku yaymasına neden olan yan yollardır.
Ancak hukuk istisna değil, kuraldır, devletin asli unsurudur.
İnsan devlet için değil, devlet insan için, vatandaşları için vardır. Kutsal olan devlet değildir, kutsal olan insandır. Devletin meşruiyeti, adaleti kadardır. Hukukun üstünlüğünü esas almayan devlet, devlet olmaktan çıkar. Bunu idrak edemeyip devleti hukuksuz hale getirenler, devleti çıplak kılmaktadır. Bu süreç, devlete yapılabilecek en büyük kötülüktür.
Değerli Arkadaşlar,
Maalesef ülkemiz salgın hastalık nedeniyle zor ve hassas bir dönemden geçmektedir. Bu zor dönemde, vatandaşlarımızın sağlık ve yaşamlarını korumak amacıyla alınan tedbirlerin ne kadar gerekli ve zorunlu olduğunun bilincindeyiz. Ancak bu tedbirler, özellikle son zamanlarda bilim kurulunun rasyonel kararları yerine keyfiyetle alınmakta, çelişkili kararlarla vatandaşlarımızın devlete olan güveni ciddi olarak sarsılmaktadır. “LGS ve YKS Tedbirleri” doğrultusunda 20, 27 ve 28 Haziran’da vatandaşlarımızın sokağa çıkmaları yasaklanmıştır.
Böylesi bir yetki Anayasa’dan kaynaklanmayan bir yetkinin kullanılmasıdır. Sokağa çıkma yasaklarının kanuni bir dayanağı yoktur. Anayasada düzenlenen temel hakları sınırlamak ve engellemek ancak kanuni sınırlar içerisinde mümkün olabilir. Bunların dışında temel hak ve özgürlüklerin Anayasa’daki güvencelere aykırı olarak ve ölçüsüz bir biçimde, idari bir tasarrufla durdurulması kabul edilemez.
Bu zor dönemde alınacak tedbirlerin kaynağı ancak TBMM’dir.
Fakat iktidarın tek mücadelesi sadece ve sadece kuvvetler birliğini tesis etmek ve iktidarı şahsileştirmektir. Parlamentoyu işlevsiz kılıp, TBMM’yi susturmaktır. Yalnızca otoriter yönetimler -talimatla- yasal dayanağı olmayan idari kararlar alır ve keyfi bir şekilde uygular. Hukuk sınırlarına dönülmeli, kuvvetler ayrılığını tekrar tesis etmeliyiz.
Hepinizi saygıyla selamlar, hayırlı günler dilerim.