ANKARA- Bayburt’tan 9 aylıkken ayrılarak ailesiyle birlikte Almanya’ya yerleşen ve 2015 yılına kadar orada yaşayan AK Parti İstanbul Milletvekili ve MKYK üyesi Mustafa Yeneroğlu, Bayburt’tan Köln’e uzanan göç hikâyesini gazetemize anlattı. Yeneroğlu’yla, neden Köln’e göç ettikleri, çocukluk ve gençlik yıllarında yaşadıkları, Avrupa’da artan İslam düşmanlığı, Müslümanların yaşadığı sıkıntıları ve siyasete atılma hikâyesini konuştuk. Yeneroğlu’nun sorularımıza verdiği cevaplar şöyle:

 

BABAM BENİ O HALDE GÖRÜNCE, BİZİ ALMANYA’YA GÖTÜRMÜŞ

-Sizin Bayburt’tan Köln’e uzanan bir göç hikâyeniz var. Biraz bahseder misiniz?

Ağustos 1975’te Bayburt’un Nişantaşı köyünde doğdum. Babam 1973’te işçi olarak Almanya’ya gitmiş. Annem, ablam ve ben köyde kalmışız. Babaannem bizi çok severdi ama otoriter bir kadındı. Belki de başka çaresi yok, dedem 1958’te vefat edince 11 çocuğu yetiştirmek kolay değil tabi. Kızdığı zaman sert konuşurmuş. Karadenizlilik de var. Gelinlere de fazla yüz vermezmiş. Annem de başka köyden gelmiş, kendini ispat etmesi gerekiyor tabi. Sürekli tarlaya gitmek zorunda olduğu için biz de hep evin önünde kendi hâlimizdeyiz. Bir gün babam izne gelmiş. Ben o zaman 9-10 aylığım. Annem yine tarlada çalışıyor. Çocuklara kimse bakmıyor; sokakta böceklerle, karıncalarla oynuyoruz. Babam üstümüzü başımızı toz toprak içinde görünce, ‘Benim bir daha oğlum olacak mı?’ diye düşünüp bizi köyden götürmeye karar vermiş. 1976 yılından 2015 yılına kadar Almanya’da yaşadım. Ardından Türkiye’ye döndüm.

MAHALLEDE MİLLİ MAÇ YAPABİLMEK İÇİN UZAKTAN ALMAN GETİRİRDİK

-Çocukluğunuz nasıl geçti? Nasıl bir ortamda büyüdünüz?

Babam, Almanya’ya işçi olarak en son gidenlerden. Çünkü Almanya 1973’te işçi almayı durdurmuş. Bu arada Almanya’da erkek ve kız kardeşim doğdu. Biz 4 kardeş, annem ve babamla birlikte 34 metrekarelik evde büyüdük ama çok güzel bir çocukluk dönemi geçirdim. Almanlar, ‘Bunlar nasılsa geri dönecekler’ diye yabancıları mahalle mahalle bölmüşlerdi. Bizi zamanında askerler için yaptıkları evlere yerleştirmişler. Bizim mahallenin biraz ilerisine İtalyanlar, bir mahalle sonrasına ise Yugoslavlar yerleştirilmişti. Biz çocukken milli maçlar yapardık fakat maç yapacak Alman bulamazdık. Uzaklardan davet ederdik ki; onlara karşı maç yapalım. Çünkü orta sınıf bir Alman o bölgede bulunmazdı.

– Göç eden Türk vatandaşlarının bulunduğu ülkelerde eğitimden dinine kadar pek çok sorunla karşı karşıya kaldığını duyuyoruz. Okul ve sosyal hayatınızda zorluklarla karşılaştınız mı?

Çocukluğum boyunca bir ayrımcılık yaşadığımı iddia edemem. Bu belki benim kişiliğimle de alakalı. Çünkü ben böyle bir şeyi kabul etmem. Mücadelesini veririm. O sebeple olacak ki ayrımcılığa uğradığım hatırası yok denecek kadar az bende.

HİÇBİR ZAMAN AYRIMCILIĞI KABULLENMEDİM

-Sizlerin bulunduğu yerleri sorunlu mahalle olarak mı adlandırıyorlardı?

Tabii ki. Yabancıların yoğun olduğu yerler, sosyo-ekonomik ve eğitim statüsünün en düşük olduğu yerlerdi. Biz bize yaşıyorduk, Türkler olarak birbirimizle olan dayanışmamız çok güçlüydü, Türkmüş, Kürtmüş, Aleviymiş bilirdik ama hiç birbirimizi ötekileştirmedik, birbirimize sahip çıkardık. Almanlar o dönem farkında değildi ve kabullenmek istemiyorlardı, ama Almanya çoktan çok kültürlü bir toplum olmuştu.

MARKET TORBASI İLE SOKAKTA DOLAŞAMAZSINIZ

-Türklerin eğitim gördüğü okullara mı gittiniz?

Türk mahallelerin yoğun olduğu bölgelerde okullar oluyordu. Bizim sınıfta öğrencilerin belki de yarısı Türk’tü. Geri kalanının çoğu yine yabancıydı. Türk öğretmenler, sadece Türkçe dersi veriyordu. Geri kalan hocalar hep Alman’dı. İnsanlara ‘Çocuklarınız nerede okula gidiyor?’ diye sorunca, ‘Aldi’nin arkasında’ derlerdi. ‘Aldi’ en ucuz süper marketti. Türklerle Aldi üzerinden dalga geçerlerdi. Büyüklerimiz de Aldi torbası görünce çocuklar ‘Bununla neden dolaşıyorsunuz’ derlerdi.

BAŞKALARININ YAŞADIĞI AYRIMCILIKLARLA MÜCADELE EDİYORUZ

-Peki, sizin aileniz?

Bizim mahallede kimse çocuklarının eğitimiyle fazla ilgilenmezdi. Ancak babam, eğitimimiz konusunda çok hassastı. Bize hep, ‘Okuyun, bari siz adam olun’ derdi. Okul derslerimde hassastı. Hatta o kadar hassastı ki 6 yaşımdayken beni 18 durak uzağa, Kur’an eğitimi almam için gönderirdi. O şekilde Milli Görüş ile tanıştım. 1995 yılında üniversiteye başladığımda Türklerin oranı yüzde 3’ün altındaydı. Üniversite mezunları ise yüzde 1,5 civarındaydı. Bir de bizim büyüklerimiz, yaşadığı ayrımcılığın farkında değildi. Düşünün, Almancayı yarım yamalak biliyorsunuz, bir yere gittiğinizde muhatabınız sizinle dalga geçiyor ama siz dalga geçtiğinin farkında bile değilsiniz.

KONSOLOSLUĞA GİTTİĞİMİZDE O GÜNÜMÜZÜ ÖLDÜ KABUL EDERDİK

Siz ayrıca hukukçusunuz. Çevrenizde gördüğünüz ayrımcılıktan dolayı mı hukuk okumayı seçtiniz?

Liseden sonra, Köln Üniversitesi’nde hukuk eğitimi almaya başladım. Okulu erken bitirdim. Sonra insani yardım dernekleriyle dünyanın farklı bölgelerine gittim, İslam dünyasını dolaştım. Batı Avrupa’yı karış karış bilirim zaten. Okul yıllarımda hukuki konularla ilgilenmeye başlamıştım. Türk toplumunun bir aktivisti olarak mücadelemizi veriyorduk. Müslümanların dışlanmasına karşı kamusal alanda eşit hakların elde edilmesine ilişkin mücadele verdik. Bütün hayatım da öyle geçti. Biz o dönemlerde konsolosluğa gittiğimiz zaman o günümüzü öldü kabul ederdik. Yine horlanacağız, aşağılanacağız, yine senli-benli konuşacaklar büyüklerimizle diye. Ben o zaman çocuğum, pek bir şey anlamıyorum ama ‘yine annemizin başörtüsünü mesele yapacaklar’ diye düşünürdük. Şimdi bunları çocuklarımıza anlattığımızda onlara uzak geliyor ama hâlâ orada orta yaştaki insanlarımızın çoğu fazlasıyla bu kötü günleri hatırlar.

-Davaları takip ettiğinizi söylediniz. Ne tür davalara bakıyordunuz?

Avrupa’da Müslümanların yaşadıkları ayrımcılık, cami yapımı, ezan meselesi, helâl et kesimi, başörtüsü meselesi, Türkçe konuşma, etnik ayrımcılık, kurumsal hakların ötelenmesi gibi birçok arkadaşımızla birlikte yüzlerce davayı takip ettim.

ALMANYA’DA HER GÜN ORTALAMA 5 MÜLTECİYE SALDIRILIYOR

-Avrupa’da İslam düşmanlığı hâlâ artıyor mu?

Hem de çok ciddi biçimde artıyor. Almanya’da her gün en az 5 mülteciye ya da mülteci kampına saldırılar yapılıyor, özellikle son yıllarda her gün Müslümanlara ve camilere karşı fiili saldırıların sayısı ortalama 3 civarında. Gün geçtikçe artık sorgulama gereksinimi bile duymadan özgürlükçü toplum düzeninin azınlıklara yönelik temel haklarının altı oyuluyor birçok ülkede. 2001 yılında yaşanan terör hadiselerinden sonra Müslümanlara karşı ayrımcı yaklaşımlar güçlendi, kurumsal ırkçılık bariz bir hâl aldı. Artık sokaktaki dazlaklar mesele değil. 2000’lerden sonra takım elbise ve kravatlı dazlak zihniyle bir mücadele başladı.  İnsanlar bunları sokağa düşünce hissediyorlar. Ama asıl mücadele alanı yasama, yargı ve yürütmede belirlenen ayrımcılığa karşı mücadele bilincinin oluşturulması. Maalesef bu konularda çok zayıfız.

-Türkiye’de siyasete atılma fikri nereden geldi?

Biz yurt dışında ne kadar mücadele edersek edelim, Türkiye’de doğru politikalar ortaya konulmadığı sürece yol alamayız diye düşünürdük. Düşünün, o zaman yurt dışındaki kurumsal ayrımcılıkları Türkiye de teşvik ediyordu, hatta ilgili devletlere baskı yapıyordu; dini dernekleri dışlasın diye. Sayın Cumhurbaşkanımız beni çok genç yaşlarımdan beri tanır. İlk tanıştığımızda kendisi İstanbul’da gençlik başkanıydı. 2002 yılında AK Parti iktidara geldiğinde devamlı dinlerdi, yurt dışındaki Türk toplumun meselelerini çok önemserdi. Biz de yurt dışında yaşayan insanlarımızın gündemini ve konularını hep aktarırdık. Dünyada birçok örneğinin olduğu bir diaspora kurumunun Türk diasporası için de kurulması gerektiğini hep gündemde tuttuk. Türkiye’de değişik dönemlerde farklı formatlarda gündeme gelen ancak konjonktürel sebepler, bakış açılarındaki farklılıklar veya ehemmiyetinin yeterince anlaşılamaması dolayısıyla hep ertelenen bu ihtiyaç gecikmeli de olsa AK Parti hükümetlerine nasip oldu. Avrupa’daki Türk toplumu adına Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığının kurulma sürecinin aktif olarak içinde yer aldık. Türkiye nüfusunun yaklaşık yüzde 7-8’ ini oluşturan yurt dışındaki Türk toplumunun meselelerinin sadece bir kurumun gündemi değil, devlet politikası hâline gelmesi gerektiğine inanıyorum. Bu konuda siyasetin önemli bir sorumluluğu vardır. Arzu edilen noktada olmadığımız kanaatindeyim.

ÇOCUKLAR İLK İKİ YILDA BİR AN EVVEL GERİ DÖNMEK İSTEDİLER

-Eşiniz ve çocuklarınız Türkiye’ye alıştılar mı?

Eşim belki çok istekli değildi ama bu kararımda beni hep destekledi. Birçok arkadaşımız ‘Anavatanımızda sorumluluk almamız gerektiğini daima vurgulardı. Tabii ki benim için milletvekili olarak hizmet etme imkânı çok büyük bir şeref ve onurdu. Aynı zamanda çok büyük bir değişimdi. Çocuklar ilk iki yılda bir an evvel geri dönmek istediler. Almanya’da doğup büyüdüler, orada okula başladılar, arkadaşları hep orada. Benim kardeşlerim, dolayısıyla onların kuzenleri hep orada.

-Mecliste 4. yılınız, son olarak ne düşündüğünüzü alalım mı?

Türkiye’de siyasete atılırken zorluklarını tahmin ediyordum, ama açıkçası bu kadarını da beklemiyordum. Türkiye gündemi çok dinamik. Yurt dışındaki toplumumuzun meselelerinin bu dinamik gündem içinde ön sıralarda yer alması çok kolay değil. Siyaset birçok alanda çözüm üretmek için var, ancak bu çözüm, kamu idaresi tarafından etkin olarak sahiplenilip uygulanırsa sonuca ulaşılabilir. Siyasetçiler olarak  özeleştiri kültürümüz maalesef zayıf. Türkiye’de paradigma değişikliğine bu anlamda ihtiyaç var. Hızlı akan gündemde savrulmadan meseleleri etraflıca analiz etmek ve adım adım takip etmek önceliğimiz olmalıdır. Türkiye gibi jeopolitik denge/dengesizliklerin ortasında bir ülkede yüzeysel ya da geçici çözümler daha fazla sorun üretir. Türkiye’de çok rastladığım “idare-i maslahat”, sorumluluk ve inisiyatif almadan herkesi idare etmek gibi kullanılıyor. Toplumumuzun ve ülkemizin maslahatı için idare önceliğimiz olmalıdır. Aslında bunların temeli de adalet ve liyakattir. Hem yurdumuzda hem dünyada adalet ve liyakati esas alarak mücadeleyi güçlendirmeliyiz.

  1. Gazete kupürü için tıklayın. 
  2. Gazete kupürü için tıklayın.

 

Connect with Me: