Avrupa Birliği (AB) ile Türkiye arasındaki ilişkiler paradoksal olarak şimdiye dek hem bu kadar yakın, hem de aynı zaman-da bu kadar olumsuz bir seyir içine girmemişti. Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nin (AKPM) Türkiye’yi 13 yıl sonra tekrar ‘denetim sürecine’ alma kararı, içinde bulunduğumuz süreci yeni bir boyuta taşıdı. 15 Temmuz darbe girişimi sonrası Avrupa kurumlarının tutumlarına baktığımızda bu karar çok da sürpriz bir gelişme değil aslında. Avrupa, OHAL kararlarına ilişkin eleştirilerini gündeme getirerek beklentileri sürekli ifade ediyordu. Bunun üzerine Anayasa değişikliği halk oylamasına ilişkin baskı mekanizmaları devreye girdi. Avrupa Konseyi’ne (AK) bağlı Venedik Komisyonu, Anayasa değişikliği paketine yönelik malum değerlendirmeyi yayınladı. AGİT ile Avrupa Konseyi’nin 16 Nisan halk oylamasına ilişkin sözde tarafsız ve adil raporuysa Türkiye’deki tarihi oylamanın meşruiyetini tartışmaya açmayı amaçladı. Bu sürecin son adımı olarak Haziran 2016’dan beri masada olan ‘denetim sürecine’ alma kararı gündeme geldi. Böylece Türkiye 2004 yılında çıktığı ve neticesinde AB ile müzakerelerin kapısını aralayan denetim sürecine “demokratikleşme yönünde umut vermediği” gerekçesiyle tekrar girmiş oldu. Gelinen bu nokta, fırsatlar ve krizler arasında sürekli gel git yaşayan Türkiye-AB ilişkileri hakkında tekrar düşünmeyi gerekli kılıyor.

Yazının tamamını okumak için lütfen tıklayınız.

Yazının kupürü için lütfen tıklayınız.

Connect with Me: