AK Parti İstanbul Milletvekili Mustafa Yeneroğlu Avusturya’da kurulacak olan koalisyon hükûmetinin açıkladığı hükûmet programını, “Avusturya’daki yeni hükûmet programının açıkça yabancı, Türkiye ve İslam düşmanı maddeler içermesi, ülkenin ne denli aşırı sağa kaydığının ve siyasal kültürün ne kadar zehirlendiğinin bir kanıtıdır. Bu gelişme muhtemelen diğer Avrupa ülkelerinde de yıkıcı etkilere sebep olabilecektir.” diyerek eleştirdi. Yeneroğlu sözlerini şöyle sürdürdü:
“Aşırı sağ popülizm yıllardan beri Avusturya’daki siyasi gelişmeleri kasıp kavurmaktadır. Son cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de görüldüğü gibi bu gidişat Avrupa’dakilerin nefeslerini tutmasına neden olmuştur. Ancak ÖVP ve FPÖ arasındaki koalisyon görüşmelerinin başarılı bir şekilde tamamlanması ne Avusturya’da ne de Avrupa’nın diğer ülkelerinde bir tepkiye neden olmuştur. Kilit konuma sahip Dışişleri Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı ve Savunma Bakanlığı gibi önemli bakanlıkların aşırı sağ cenahtan siyasetçilere verilmesi gündemdedir. Böylece devletin tüm güvenlik birimleri FPÖ partisinin kontrolü altına girmiş olacaktır. Neonazi geçmişe sahip bir kişi başbakan yardımcısı olacaktır. Hükûmet programının takdimi de sembolik olarak Osmanlının 1683 yılında ikinci Viyana kuşatmasını kaybettiği nokta olarak bilinen Kahlenberg’te yapılmıştır.
Bu noktada ayrıca, ‘sağ popülist’ veya ‘aşırı sağ’ gibi tanımlamaların, son on yıldaki toplumsal dönüşümün küçümsenmesine adeta hizmet eden ve gittikçe güçlenen sağ radikalizmi izah etmeyen kavramlar olduğunu ifade etmek gerekir. Sağ cenahtaki ulusalcı siyasetçiler toplumun son yıllarda daha çok sağa kaydığını ve merkez sağ partilerin bu değişime ayak uydurması gerektiğini söylerken; eskiden ırkçılık olarak nitelendirilen söylemler bu sağa kayma nedeniyle artık ‘sağ popülizm’ olarak sorunsuz hâle getirilmekte, çoğunluk tarafından benimsenmekte ve böylelikle siyasi kültürü zehirlemektedir.
Avusturya’daki yeni hükûmet programında yer alan bariz yabancı, Türkiye ve İslam düşmanlığı içeren maddeler bunun açık bir kanıtıdır. Özellikle İslam, FPÖ jargonuna uygun olarak sürekli olumsuz bağlamlarda zikredilmekte ve düşman olarak konumlandırılmaktadır (bkz. s. 24, s. 31 ve devamı, s. 37, s. 39 ve devamı, s. 45). Avusturya’daki İslam’a yönelik bu karşıtlığın anayasaya uygunmuş gibi yansıtılması açısından da ‘İslam’ kelimesinin başına ‘siyasal’ kılıfı eklenmekte ve İslami cemaatlerle mücadele sözde siyasi yerindeliğe uygun bir dille Hükûmetin hedefi olarak belirlenmektedir. ‘İslam’ kavramı hükûmet programında 21 yerde geçmektedir. Hiçbir yerde olumlu bir çerçevede ele alınmamakta, aksine sürekli olumsuz bağlamda zikredilmekte ve dizginlenmesi gereken bir tehlike olarak görülmektedir. İslam dini ile siyasal İslam arasında fark olduğunun göz boyayıcı bir şekilde vurgulanmasıysa (s. 39) asıl maksadı ele veren, ifade gücü olmayan bir iddia olarak kalmaktadır. ‘Kur’an da dahil olmak üzere İslam öğretisinin sunuluş biçiminin, İslam Yasası’nın 6. maddesi uyarınca kapsamlı bir şekilde kontrol edilmesinin sağlanması’ hedefiyle İslam Yasası’nın anayasaya aykırı ilgili kısmı daha da keskinleştirilmekte, İslami cemaatlere karşı takınılan olumsuz tutum desteklenmektedir.
İslami cemaatler bu gelişme karşısında tüm demokratik güçlerle ve bütün hukuki imkânları sonuna kadar kullanarak temel haklarını korumak zorundadırlar. Aynı şekilde ülkedeki siyasi kültürün her geçen gün ırkçılıkla daha fazla zehirlenmesine ve bu zehirlenme sebebiyle de artış gösteren saldırılara tepki göstermek; kendi kurumları üzerindeki anayasaya aykırı bu baskıyı bertaraf etmek durumundadırlar. Öte yandan Avusturya’daki ‘vicdanlı’ insanlarla birlikte mültecilerin, göçmenlerin, Türklerin ve Müslümanların sosyal ve demokratik haklarının daha fazla çiğnenmesine karşı koyma, itirazlarını açıkça dile getirme, demokratik bilinç sahibi ve siyaseten rüştünü ispat etmiş vatandaşlar olarak politik tartışmalarda söz sahibi olma sorumluluğunu da taşımaktadırlar. Bu, somut olarak harekete geçme, insanlarla birebir iletişim kurma, siyasal partilerde etkin olma, sivil toplum aksiyonlarını destekleme ve halk arasında mağdur edilen diğer kesimlerle dayanışma içerisinde olma anlamına gelmektedir.
Avusturya’daki bu gelişmelerin Avrupa’nın geri kalanında son bir uyarı olarak kabul edileceği ve aşırı sağ popülizmin artık hafife alınmamasını umuyoruz. Avrupa’da zamane ruhun ne kadar değiştiğini FPÖ’nün ilk defa hükümete girdiği 2000 yılında gösterilen şiddetli tepkilerle mevcut durumun karşılaştırıldığında görüyoruz. O zaman Avrupa’daki bütün hükûmet temsilcileri tarafından bir öfke dalgası oluşmuş ve Avusturya AB’den tecrit ile karşı karşıya iken, şimdi her yere hâkim düşündürücü bir sessizlik var.”