Sayın Başkan, Değerli Milletvekilleri, Genel Kurul’u saygı ile selamlıyorum.
Yargı üzerindeki siyasi baskılar üzerine söz almış bulunuyorum.
Bugün Türkiye’nin içinde bulunduğu karanlık tablonun nedenlerini ortaya koymaya çalışırken birçok sebep öne sürebiliriz. Ancak adaletin olmadığı bir ülkede sayılacak tüm sebepler ikincil kalmaya mecburdur.
Hukukun üstünlüğünün yok sayıldığı bir ülkede ekonomik gelişmeden, toplumsal barıştan ve huzurdan söz edilemez.
Yargı alanında yaşanan sorunları, tek başına anayasal ve yasal düzenlemelerdeki eksikliklerle açıklamak mümkün değildir. Sorunun temelinde, baskıcı ve otoriter yönetim anlayışı yatmaktadır.
15 Temmuz’dan sonra sayısız hakim ve savcının toptancı bir anlayışla meslekten çıkarılmasından sonra görevde bulunan çoğu hakim ve savcı benzer bir duruma düşmeme adına “Kanuna ve vicdanlarına” göre değil, “iktidarın istek ve ihtiyaçlarına” göre karar vermeyi tercih etmiştir. Bunun aksine davrananlar ise sürülerek, açığa alınarak yahut da tenzili rütbe ile cezalandırılmıştır. İktidarın istek ve emirlerini yerine getirenler ise terfi ettirilerek önemli görevlere getirilmiştir. Bu yolla, Hâkim ve Savcılar Kurulu yargıyı baskı ve tehdit altında tutmaktadır.
İktidarın tahakkümü altındaki hakim ve savcılar nedeniyle on binlerce kişi, kriterleri keyfi olarak belirlenen terör örgütü üyeliği suçlamalarıyla, hukuka aykırı bir eylemleri olmadan yargılanmaktadır.
Bugün insanlar, Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına rağmen ceza evlerinde keyfi olarak tutulmaya devam etmektedir. Osman Kavala, Ahmet Altan, Ayhan Bilgen ve daha niceleri iktidarın baskı ve korkusuna direnemeyen hakim ve savcılar yüzünden halen cezaevindedirler.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Demirtaş kararı üzerine Cumhurbaşkanı’nın “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararları bizi bağlamaz. Biz karşı hamlemizi yaparız. İşi bitiririz” sözü durumu bütün açıklığıyla ortaya koymuyor mu?
Sayın Cumhurbaşkanı ve Sayın Bahçeli tarafından, Anayasa Mahkemesi’nin yapısının değiştirilmesi teklif edilmektedir.
Neden? Çok oldu değil mi? Haddini bilmiyor değil mi? Anayasal düzeni savunuyor değil mi?
Öyle bir ülkede yaşıyoruz ki, hukuku ayak bağı olarak gören İçişleri Bakanı, Anayasa Mahkemesi başkanına terör örgütü üyesi iması yaparak aba altından sopa gösteriyor.
Tüm bu baskıların amacı açıktır. Türkiye’de insan hakkı ihlallerini, hukuksuz kanun ve kararnameleri denetleyecek bir mahkeme bırakmamaktır.
Yargıtay ise, haksız tutuklulukların ve yargılamaların önüne geçememiştir. On binlerce kişi hakkında yıllarca tutuklu yargılamalar devam etmektedir. İktidarın yersiz ve sınırları belirsiz terör örgütü üyeliği tanımı yargı organlarının kararlarını belirlemektedir.
Bugün Danıştay ve genel olarak idari yargı yürütmenin bir organı gibi davranmaktadır. Adalete ve kanuna aykırı kriterleri uygulamayan bir İdare Mahkemesi basına “Fetö’cüleri sevindiren mahkeme” olarak lanse edilmiştir. Mahkeme başkanına derhal tenzili rütbe yapılmıştır.
Şehir Üniversitesi’ne yapılan arazi tahsisi kararı Danıştay’ca iptal edilmiştir. Bunların hepsi emir ve talimatla yapılmıştır.
AİHM ve AYM kararları uygulanmamaktadır. İlk derece mahkemeleri Cumhurbaşkanının himayesinde Anayasayı çiğnemektedir.
2019 yılında ortalama her gün 100 kişi aleyhinde Cumhurbaşkanına hakaret suçundan soruşturma açılmıştır. İktidarın hiçbir eleştiriye tahammülü yoktur.
Bugün Türkiye, Avrupa Konseyi ülkeleri arasında en fazla tutuklu gazetecinin bulunduğu ülkedir.
Buradan iktidara sesleniyorum,
Türkiye bu adaletsizliklerle yönetilemez.
Şayet Cumhurbaşkanı insan hakları ve hukuk devletine tekrar dönmek istiyorsa, çözümü basittir.
İstifa etmeyeceğine göre, en azından yargının üstündeki elini çeksin. Kendisinden farklı düşünenlerdenler korkmasın, doğrulardan çekinmesin. Millete efendi değil, geçici amme hizmetçisi olduğunu hatırlasın.
Tek adam rejimine son versin. Kuvvetler ayrılığının esas alındığı bir Anayasa çalışmasını Meclis’te derhal başlatsın. Nasıl olsa külliyeden geliyor torba ve çuval yasalar.
Hukuka dönmekte samimi ise Anayasa Mahkemesinin demokratik meşruiyetini güçlendirsin. Mahkeme üyeliklerinin çoğulcu bir sistemle seçilmesini sağlasın.
Hâkim ve savcıların mesleğe terfileri ile coğrafi kürsü teminatlarını ivedilikle düzenlesin.
Hâkim ve savcıların mesleğe atanmalarında objektif kriterler getirsin. Kayırmacılığı bitirsin.
Biliyorum, çözüm yeri burası ve bunlar bizim görevlerimiz.
Ama maalesef bilenler çoğunlukta değil. O sebeple meclis işlevsiz, saygınlığı yerlerde sürünüyor.
Saygıdeğer Milletvekilleri;
Çocuklarımıza nasıl bir Türkiye bırakmak istiyoruz? Demokratik hukuk devleti mi yoksa hukuksuz bir tek adam yönetimi mi?
Daha dün ekonomi pik yapıyor diyen kişi bugün acı reçeteden bahsetmiyor mu?
Bu ülkede pik yapan tek şeyin adaletsizlik ve zalimlik olduğunu bilmiyor mu?
Bu gidişata dur demek elimizde.
Hepinizi saygıyla selamlar, iyi günler dilerim.