İstanbul Milletvekili Mustafa Yeneroğlu, 28 Şubat 1997 kararlarının yıldönümüne ilişkin, “28 Şubat zihniyeti, tek tipçi toplum anlayışını ve bu anlayışın ürünü olan bir makbul vatandaş modelini dayatmış; bu modele uygun olmadığını düşündüğü kesimlerin temel haklarını ayaklar altına almıştır. Üzerinden geçen 23 yılda iktidar el değiştirmiş olsa dahi demokratik anlayış güçlendirilememiş, eşitlik, çoğulculuk ve katılımcılıktan yoksun ‘makbul vatandaş’ dayatması hala terk edilmemiştir.” ifadelerini kullandı. Yeneroğlu açıklamasında şunları kaydetti:

Modern Türkiye tarihinde demokrasi açısından bir kara leke olan 28 Şubat süreci, Türkiye toplumunda onarılması güç yaralar açtı. Senelere yayılan, yüzbinlerce insanı etkileyen ve vatandaşlarımızın devlete olan güvenini temelden zedeleyen 28 Şubat sürecinde, Türkiye toplumundaki mütedeyyinlerin değerleri kriminalize edildi, on binlerce kamu görevlisi hakkında soruşturma ve disiplin cezası işlemleri yürütüldü, binlerce asker ve kamu görevlisi hukuksuz bir şekilde görevinden uzaklaştırıldı, irtica fişlemeleri yapıldı, vakıflar kapatıldı ve binlerce yayın toplatıldı.

28 Şubat’ta en temel vatandaşlık hakları gasp edilip devletin ‘makbul vatandaş’ kalıbına uymadığı için şeytanlaştırılanlar, bütün baskılara rağmen demokratik bir şekilde yönetime geldiler. Bu yeni yönetim, yaşananlardan ders çıkararak, tüm toplumsal kesimlerin hak ve özgürlüklerinin temin edildiği yeni bir sayfa açmak konusunda Türkiye’nin umudu oldu. Fakat ilk başta gerçekleştirilen özgürlükçü reformların aksine son yıllarda pek çok açıdan 28 Şubat sürecinin bu sefer farklı toplumsal kesimler için yeniden üretildiği bir atmosfer doğdu. Bu sürecin en trajik yanlarından biri, 28 Şubat’ta başörtülü kadınlar üniversitelerden kovulduğunda onlarla birlikte kapı önlerinde nöbet tutan, dindar olmamasına rağmen sadece eşit vatandaşlık haklarını savunarak 28 Şubat mağdurlarıyla dayanışma gösteren insanların, bugün, geçmişin mağdurları tarafından hukuksuz muamelelere maruz kalmasıdır.

28 Şubat döneminde güç sahibi olanlar; bürokrasi, yargı organları, medya ve bazı muhalefet partilerinin de desteğini alarak kendi tek tipçi zihniyetlerini laik devlet düzenini koruma gerekçesiyle meşrulaştırma ve kabullendirme gayreti içerisine girmişti. Bugün başka aktörler kendi bakış açısını paylaşanla paylaşmayan arasına kalın bir çizgi çekerek toplumsal kutuplaştırmayı derinleştiriyor, otoriter uygulamalarla kendisi gibi düşünmeyenleri sindirmeye çalışıyor. Yönetimin ‘makbul vatandaş’ tasavvuru dışında olanlar düşman ve hain olmakla suçlanıyor. Türkiye’ye derin bir biçimde bağlı, artı değer üretmek konusunda hevesli sayısız genç, bu dar ‘makbul vatandaşlık’ kalıbı dışında kaldığı için ötekileştirilmiş hissederek kendisine yurt dışında gelecek arıyor. 28 Şubat mütedeyyin kesimi kamusal alandan men ederken, bugün de kendisini siyasi iktidarla aynı çizgide görmeyen, aynı değerleri paylaşmayan, aynı yerde durmayan sayısız insan, bu ülkenin kaynaklarına erişim konusunda örtülü bir dışlanmayla karşı karşıya.

Oysa şunu bilmemiz gerekir: 28 Şubat sürecinin muktedirleri tarafından dayatılan makbul vatandaş modeli geçmişte toplum nazarında nasıl kabul görmediyse, bugün de kitlelere dayatılan tek doğru, tek tip ve tek renk olma anlayışı sürdürülebilir bir durum olmayacaktır. Gücün giderek artan bir biçimde tek merkezde toplandığı yönetim düzeniyle özgürlükçü demokrasi, toplumsal huzur ve tüm kesimlere yansıyacak bir ekonomik refahın yakalanması da mümkün değildir.

Bu koşullarda, en başta 28 Şubat’ın hedef aldığı insanlar olarak üzerimize düşen görev, yaşanılan yıkıcı sürecin tekrar etmesini engellemektir. Aktörlerin değişmesine rağmen devlette hâkim zihin yapısının değişmemiş olması demokrasi, çoğulculuk ve herkes için insan hakları adına kat etmemiz gereken önemli bir yol olduğunu göstermektedir. 28 Şubat ruhu, ancak baskıcı yönetim ve tek tipçi toplum zihniyetini yaşam tarzı ve siyasi görüşü birbirinden farklı olan her kesimin vatandaşlık haklarından eşit olarak yararlandığı ve farklılıklarıyla var olabildiği bir Türkiye ile değiştirdiğimiz zaman sona erecektir.

Türkiye’de neredeyse her sosyal, dinî ve etnik azınlık farklı dönemlerde mağduriyetler yaşadı; tabiri caizse, devletin sopasından geçti. Bugünden geçmişe bakıp o dönemlerin yıkıcı etkilerini açıkça gören bizler, 28 Şubat süreci başta olmak üzere yakın siyasi tarihimizden gerekli dersleri çıkarabilirsek ‘herkes’ için yaşanılır bir ülke inşa etmek fırsatına da sahip olabiliriz. Eşitlikçi, özgürlükçü ve çoğulcu demokrasi anlayışının inşası, bu ilham verici malzemenin insan onurunu ve farklılıklarımızı merkeze alarak yeniden yorumlanmasıyla mümkündür. Makul olanın, hakça olanın, adaletli olanın makbul olduğu; döneme, kişiye, çıkara göre değişmediği bir demokrasi ideali Türkiye’deki bütün yurttaşlarımızın hakkıdır. Bu ideali canlı tutmak hepimizin en büyük sorumluluğudur.

Connect with Me: