30 Ekim 1961 yılında Almanya ile imzalanan işgücü anlaşması bundan 59 yıl önce bugün, Almanya’daki en büyük göçmen topluluğu olan Türk toplumunun ülkedeki mevcudiyetinin ilk adımı olmuştur. Bu yıl 59. senesini geride bıraktığımız Almanya’ya yönelen işçi göçü, ülkemizin dış göç tarihinde geniş bir yer tutmaktadır. Yarım asrı geçen sürede Almanya’daki Türkler artık Almanya’nın aslî unsurları hâline gelmiştir. Temelde Almanya’nın işgücü açığını kapatmak üzere göç eden Türkler, günümüzde Almanya’nın farklı alanlarında yer edinerek toplumsal hayatı aktif olarak etkilemektedirler. Sayıları yaklaşık 3,5 milyona ulaşan Almanya’daki Türkler, sadece nicel olarak değil nitel anlamda da hem Türkiye’ye hem de Almanya’ya katkı sunmakta, kökleri her iki ülkede de sağlam, mümtaz bir topluluk olarak değer üretmektedirler. Beşinci nesle ulaşan Türkler, Almanya’da siyasetten ekonomiye, kültürden sanata, edebiyattan tarihe birçok alanda Türkiye ile Almanya arasında da görünmez fakat sağlam bir köprü inşa etmektedirler.
Göçün üzerinden geçen 59 yıl, Türk ve Müslüman nüfusa yönelik gerçekleştirilen ırkçı saldırılara da sahne olmuştur. Yakın geçmişte giderek artan bu saldırıların bir benzeri de 19 Şubat 2020’de dokuz göçmen kökenli insanın hayatını kaybettiği, çoğunlukla Türk müşteri kitlesine sahip iki farklı mekânda meydana gelen Hanau saldırısıdır. Alman Federal Hükümeti’nin açıklamasına göre 2020 yılının ikinci çeyreğinde yani Mayıs ile Ağustos ayları arasında toplam 188 İslam düşmanlığı suçu kayıtlara geçmiştir. Aynı süre zarfında Almanya’da kayıtlara geçen 15 cami saldırısı olmuştur. Bütün bunlar, ne yazık ki ırkçı şiddetle oluşmuş buzdağının yalnızca görünür kısmıdır. Maalesef kurumsal ırkçılıkla mücadele konusunda Almanya üzerine düşen sorumlulukları yerine getirmemektedir.
Tüm bu olumsuz örneklere rağmen Alman ve Türk toplumunun çok büyük çoğunluğunun ahenk içerisinde, sosyal hayatta birçok soruna karşı birlikte mücadele ettiği gerçeği de unutulmamalıdır. Tüm insanlığın uzun süredir mücadele ettiği pandemi sürecinde de Almanya’daki Türkler, gönüllülük faaliyetleri kapsamında yardıma ihtiyacı olan insanların yanında olmaya çalışmışlardır. Bu husus, Almanya’daki vatandaşlarımızın birlikte yaşama kültürünün inşasına yönelik çok kıymetli bir örnektir.
Bunun yanı sıra artık kronikleşen sorunların çözümü için Almanya’da bulunan vatandaşlarımızın ana dil Türkçeyle ilişkilerini geliştirmeleri, Müslüman toplumun ötelenen kurumsal haklarını elde etmeleri için destekleyici bir rol üstlenen, onları araçsallaştırmayan, öznelliklerini destekleyen ve tüm renkleri kucaklayan kapsayıcı politikaların geliştirilmesi gerekmektedir. Bu hususlarda sivil toplumun daha etkin olması ve her iki ülkeye de azami iş birliğine yönelik bir yaklaşım benimsetmesi gerekmektedir. Bu süreç başta sivil toplum olmak üzere her iki ülke için de olumlu imkanlar oluşturacaktır.
Bu farkındalıkla, yurtdışındaki yurttaşlarımızın sıkıntılarını giderecek ortak çözümler geliştirmemiz ve Türk diasporasını sadece seçim zamanlarında değil, anayasal bir sorumluluk olarak daima gündemimizde tutmamız elzemdir. Her şeyden önce yurtdışındaki vatandaşlarımız ile ilgili yeterli bilgiye sahip olmamız gerekir. Almanya’ya göç yarım asrı çoktan aşmış olmasına rağmen yurtdışındaki Türk toplumu ile ilgili ülkemizde nitelikli araştırmalar hâlen yapılmamaktadır. 6 milyonluk diasporaya rağmen üniversitelerimiz bünyesinde nitelikli Diaspora Araştırma Merkezleri kurulabilmiş değildir. Türkiye’nin İslam düşmanlığı ile ilgili mücadele söylemleri, kullanışlı günübirlik sloganlar ötesine geçememektedir. Bilakis iktidarın İslam düşmanlığı ile mücadele ediyorum iddiasıyla kullandığı popülist söylemler, Batı dünyasında yaşayan vatandaşlarımızı daha fazla zora sokmakta, daha fazla ötekileştirilmeye mazur bırakmaktadır. Başta Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yurtdışı din hizmetleri olmak üzere, yurt dışı vatandaşlarımıza yönelik çalışan kurumların politikaları ivedilikle ve ciddiyetle gözden geçirilmelidir,
Bu bilinçle, Türkiye-Almanya İşgücü Anlaşması neticesinde başlayan bu süreçte, başta ırkçı saldırılar sonucu hayatını kaybetmiş yurttaşlarımızı ve bugünün tarihini alın terleriyle yazmış birinci kuşağın değerli büyüklerini yeniden anıyorum. Meclisimiz öncelikli olmak üzere, ülke kamuoyumuzu yurt dışında yaşayan vatandaşlarımıza daha fazla kulak vermeye davet ediyorum.