İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Sn. İmamoğlu hakkında aylardır devam eden sürecin bugün geldiği aşama Sayın Cumhurbaşkanı tarafından ‘Turpun büyüğü heybede’ ifadesi ile yine haftalar önce adeta ilan edilmişti.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın Sn. İmamoğlu ile ilgili başlatmış olduğu soruşturma ve akabinde yapmış olduğu yazılı açıklama da sürecin hukuk ile ne kadar alakası olduğunu açıkca ortaya koymaktadır.
Başsavcılığın metni hukuk dilinden ve hassasiyetinden çok uzak, soruşturma usulü ceza hukukunun temel ilkelerine aykırıdır.
Herkesin anlaması bakımından hangi ilkeler nasıl ihlal edildiğini tek tek izah edelim:
İhlal edilen en temel ilke ‘masumiyet karinesi’dir. Metinde ve soruşturmada şüphelilerin suçlu olduğu kesin bir gerçeklik gibi sunuluyor. Oysa masumiyet karinesi, yargı süreci tamamlanmadan hiç kimsenin suçlu ilan edilemeyeceğini ifade eder. İddia makamı, yürütülen bir soruşturma hakkında iddiaları sıralayabilir ama şüphelileri suçlu ilan edemez. ‘Çıkar amaçlı suç örgütü lideri’, ‘Örgüt yöneticisi konumunda bulunan şüpheliler’, ‘Suç örgütü üyeleri’ gibi ifadeler peşinen kişileri yargılayan ve suçlayan ifadeler olup hukuk hassasiyeti olanların kullanabilecekleri bir dil değildir.
Peki nasıl bir dil kullanılmalıydı? İddia makamı, ‘şüpheli’ veya ‘hakkında soruşturma yürütülen kişi’ gibi ifadeler kullanılmalı, kesin hükümler verilmemeliydi. Ama bu dile en ufak ihtiyaç bile hissedilmediği çok açık. Bu sebeple çok açık ki yargılama süreci bir ‘Schauprozess’ olarak yürütülmektedir, yani şüphelinin veya sanığın mahkumiyetinin önceden belli olduğu göstermelik bir dava.
İkinci olarak ‘tarafsızlık ve nesnellikten uzak dil kullanımı’ ilkesi ihlal edilmiştir. Ceza Muhakemesi Kanunu’na göre iddia makamı, soruşturmayı yürütürken iddiaları objektif ve tarafsız bir dille aktarmak zorundadır. Ancak metinde suçlama içeren ve şüphelileri mahkum eden dil açıktır. Bu da toplum önünde kişilerin baştan suçlu gibi algılanmasına neden olmaktadır. Anlaşılan o ki zaten metin bu maksatla yazılmıştır. Yine ‘suçtan elde ettikleri parayı akladıkları’ ifadesi suçun işlendiği henüz mahkeme kararıyla kesinleşmemişken, iddia makamı paranın suçtan elde edildiğini kesin bir gerçek gibi ifade edemez. ‘Gizli kasa tabir edilen sivil kişileri kullandıkları’ ifadesi şeklindeki iddia kesin bir gerçeklik gibi kullanılamaz.
Üçüncü olarak iddia makamı ‘soruşturmanın gizliliği ilkesini ihlal’ etmiştir. Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 157. maddesi, soruşturmanın gizli yürütülmesi gerektiğini düzenler. Ancak bu metinde şüphelilerin isimleri ve suçlamalar detaylı şekilde ifşa edilmiştir. Soruşturma kapsamında alınan tanık ifadeleri kamuoyuna açıklanmıştır. MASAK raporu, müfettiş raporu gibi belgelerin sonuçları paylaşılmıştır.
Hukuk devleti iddiasını taşıyan bir ülkede bunların her birisi bir skandaldır ve düşünülmesi bile ihtimal dışıdır. Normal şartlarda bu metinleri yazanların hukukçu sıfatları tartışılması gerekirdi. Yine izah edilmesi bile gereksiz ama herkesin anlaması bakımından vurguluyorum: Soruşturma aşamasındaki bilgilerin paylaşılması, adil yargılanma hakkını ihlal eder ve şüphelilere yönelik kamuoyu baskısı oluşturur. Savunma hakkını zedeler ve adil bir yargılamayı imkânsız hale getirir. Kamuoyunda algı yaratılarak yargı sürecine müdahale edilebilir. Ancak açık olan o ki zaten maksat kamuoyu önünde önceden yargılamak.
Dördüncü olarak söz konusu metinde ‘suçluluğun baştan kabul edilmesi’ durumu vardır. Ceza yargılamasının temel ilkelerinden biri, suçun varlığını kanıtlamak iddia makamına düşer. Ancak bu metinde, suç işlenmiş gibi kesin bir dille anlatılmaktadır. ‘Rüşvet ve irtikap eylemlerini örgütlü şekilde işlediklerinin tespit edildiği’ Henüz mahkeme kararı olmadan, ‘tespit edildi’ denemez. ‘Örgüt üyelerinin naylon fatura düzenlemek suretiyle para akladıkları’ Böyle bir ifade, kesin hüküm içerdiği için bu aşamada hukukilik iddiasını taşıyan bir metinde olamaz.
Beşinci olarak bu metin ve soruşturmada şüphelilerin ‘savunma hakkının zedelenmesi’ söz konusudur. Ceza yargılamasında sanıkların ve şüphelilerin savunma hakkı kutsaldır. Ancak bu metinde şüphelilerin henüz savunmaları alınmadan suçlu ilan edilmeleri, savunma hakkını ihlal etmektedir. Şüphelilerin hiçbir savunmasına yer verilmemiştir.
Altıncı olarak İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yapılan açıklamada ‘kamuoyunu yanıltıcı ve algı yönetimi içeren unsurlar’ bulunmaktadır. Savcılığın açıklaması tarafsız bir hukuki metin olmaktan ziyade, siyasi ve algı yönetimi amaçlı bir metin gibi görünmektedir. Metinde birçok kez ‘örgüt’, ‘çıkar amaçlı’ gibi ağır ifadeler kullanılmıştır. Oysa iddia makamı soruşturmanın tarafsız yürütüldüğünü göstermek için daha nötr bir dil kullanmalıdır.
Süreç nasıl ise savcılığın metni de başlı başına hukuk adına bir skandaldır. Nerdeyse her cümlesinde hukuksuzluk bağırmaktadır. Zaten yazanlar da öyle bir hassasiyet gözetme gereği duymadıkları açık.
Bu süreç ve bu metin hukuk devleti iddiasından ne kadar uzaklaştığımızı gösteren binbir metinden birisi olarak tarihe geçecektir.