Dünya Basın Özgürlüğü Gününü, basın ve halkın bilgi alma özgürlüğünün iktidar baskılarıyla giderek sınırlandığı karanlık bir dönemde kutluyor olmanın üzüntüsü içerisindeyiz.

Demokratik bir toplumda bağımsız ve eleştirel basın, demokrasinin temel taşlarından ve güvencelerinden biri olup, özgür ve çoğulcu bir kamuoyunun oluşumu için şarttır. Toplumun gerçeğe ulaşma hakkı, ancak farklı görüşlerin hoşgörü ortamında tartışılması ve yayılması ile mümkündür. Ne var ki, özgür basının iktidar tarafından baskılanarak kısıtlanması, insan haklarına dayalı demokratik hukuk devleti ilkesine aykırı olup, toplumun iktidarı denetleme imkânını da ortadan kaldırır. İleri demokrasilerde ötekinin sesini daha çok koruma üzerine politikalar geliştirilir. Yöneticiler ve siyasiler; basının ifade, eleştiri ve ithamına karşı hoşgörülü davranarak, bu eleştirilerin topluma ulaşma yollarını da engellemeye çalışmazlar. Aksine farklı fikir ve görüşlerin toplumda özgürce gelişimini sağlarlar.

Ne yazık ki, bizim gibi otoriter ülkelerde ilk baskılanan özgürlükler ise ifade ve basın özgürlükleridir. Türkiye’nin basın ve ifade özgürlüğü açısından içinde bulunduğu karanlık tablo, uluslararası insan hakları kuruluşlarının rapor ve verilerinde açıkça ifade edilmektedir. Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütünün Dünya Basın Özgürlüğü Endeksine göre; 180 ülke içinde 154. sırada yer alan Türkiye, dünyada en fazla profesyonel basın mensubunun cezaevinde olduğu ülkedir. Maalesef 2019 yılında; Avrupa Konseyine üye ülkeler arasında tutuklanan gazetecilerin büyük ekseriyeti Türkiye’dendir. Ayrıca AİHM’nin ifade özgürlüğü açısından en fazla ihlal kararı verdiği ülke yine bizim ülkemizdir.

Raporlardaki hızlı düşüşün sebepleri arasında, ülkemizde son yıllarda basın mensuplarına yönelik fiziksel saldırıların yaşanması, haber içerikleri ve sosyal medya paylaşımları nedeniyle açılan soruşturmalar ve tutuklama kararlarının giderek artması yer almaktadır. Keza mahkemeler, hukuki dayanaktan yoksun olmasına rağmen keyfi olarak birçok habere ve internet sitesine erişim engeli kararı vermeye devam etmektedir. Kamu görevlileri engel kararları verilmesini teşvik etmekte, bakanlar sosyal medyada sanal takip yapamadıkları için Anayasa Mahkemesini ayak bağı olarak görmekte, RTÜK muhalif basın organlarına keyfi cezalar kesmektedir. Ne yazık ki kanunlaşan Ceza İnfaz Paketi, cezaevinde tutuklu ve hükümlü olarak bulunan onlarca basın mensubunu anayasaya aykırı bir şekilde kapsam dışı bırakmıştır. Ayrıca, internet ve sosyal medya ile ilgili özgürlükleri daha da fazla kısıtlayacak kanun düzenlemelerinin hazırlıkları sıklıkla gündeme gelmektedir.

Diğer taraftan tüm otoriter yönetimlerde olduğu gibi ülkemizde de koronavirüs salgın sürecinde, basın ve medya üzerindeki baskı ve kontrol daha da artmıştır. Oysa böyle bir dönemde güvenilir bilgiye erişim; halk sağlığından, ekonomideki panik etkisine kadar birçok konuda büyük bir öneme sahiptir. Ancak hükümet, ülkedeki eleştirileri bastırmak ve vatandaşların gerçek bilgiye ulaşmasını engellemek amacıyla; koronavirüs salgını hakkında yapılacak yayınlarda kamu düzenini tehlikeye atacak bahanesiyle basının eleştirel haber ve yorumları yayımlamasını yasaklamış, haberlere erişimi engellemiş, gazetecilere daha fazla soruşturma açtırmış ve kanallara RTÜK aracılığıyla yüklü cezalar verdirmiştir.

Türkiye’deki siyasal anlayış, basını; kendi gibi olanın kutsandığı, farklı olanın hukuku maşa gibi kullanılarak susturulduğu ve cezalandırıldığı tek sesli bir hale getirmeye çalışmaktadır. DEVA Partisi olarak, basın özgürlüğünün, insan haklarına ve hukukun üstünlüğüne dayalı demokratik bir devlet için öneminin bilincindeyiz. Bu bilinç ve sorumlulukla, Türkiye’nin bağımsız, özgür ve çoğulcu bir basına ve medyaya kavuşması için gerekli adımların acilen atılması için mücadele vermenin bir demokrasi mücadelesi olduğunun altını çizmek isteriz. Bilvesile ülkemizde ve dünyanın her köşesinde çoğu zaman büyük fedakârlıklarda bulunarak, yoğun baskı altında çalışan tüm gazeteci ve basın mensuplarının Dünya Basın Özgürlüğü Gününü kutluyoruz.

Connect with Me: