Nein zur Ausweisung von Migranten in der Schweiz!

“Ich bin überzeugt, dass die Schweizer kein Gesetz wollen, das unvereinbar ist mit der Schweizer Verfassung, mit internationalen Verträgen und der Menschenrechtskonvention”, erklärt Mustafa Yeneroğlu (AK Partei), Vorsitzender des Menschenrechtsausschusses der Großen Nationalversammlung der Türkei, anlässlich der schweizer Volksabstimmung am 28. Februar 2016 über eine Gesetzesvorlage, wonach die Abschiebung von Migranten mit ausländischer Staatsangehörigkeit massiv erleichtert werden soll.

“Die Schweiz ist Gastgeber für verschiedene internationale Organisationen, wie die Vereinten Nationen. Durch ein ‘Nein’ zur Gesetzesvorlage wird das Volk die Bedeutung der Menschenrechte, die Überlegenheit des Rechtsstaates und die demokratische Grundordnung abermals unterstreichen. Das zur Abstimmung stehende Gesetz hat dramatische Folgen für zwei Millionen Menschen, die ihren Lebensmittelpunkt in der Schweiz haben, dort gesellschaftlich wie familiär fest verankert sind.

Die Gesetzesinitiative richtet sich aber auch gegen die demokratische, rechtsstaatliche Ordnung. Sie ist unvereinbar mit internationalen Vereinbarungen wie der Europäischen Menschenrechtskonvention oder dem EU-Freizügigkeitsabkommen. Danach können Personen nur dann ausgewiesen werden, wenn sie für eine Straftat schuldig befunden wurden und eine Gefahr für das Land und die öffentliche Ordnung darstellen.

Über zahlreiche juristische Probleme hinaus, birgt das zur Abstimmung vorgelegte Gesetz aber auch gesellschaftliche Gefahren: Familien werden auseinandergerissen, die schweizerische Gesellschaft fragmentiert. Denn betroffen sind Menschen, die in der Schweiz geboren und aufgewachsen sind und nur die schweizerische Staatsangehörigkeit nicht besitzen. Diese Menschen könnten in Länder ausgewiesen werden, die sie persönlich überhaupt nicht kennen.

Welche Gesinnung hinter diesem Gesetzesvorhaben steckt, legen die Werbeaktionen der Gesetzes-Initiatoren offen zutage: Es ist eine rassistisch und fremdenfeindlich motivierte Aktion. Um nichts anderes geht es. Ich bin überzeugt, dass das Schweizer Volk diesem Treiben mit einem klaren ‘Nein’ die Rote Karte zeigen wird. Die zahlreichen Gegen-Initiativen zu diesem Gesetzesvorhaben stimmen mich hoffnungsvoll.”

Gün birlik ve kardeşlik günü, terörü lanetleme günüdür.

TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu üyeleri Ankara‘da terör saldırısının gerçekleştirildiği Merasim Sokak‘ı ziyaret ederek 28 şehidin anısına 28 karanfil bıraktılar. Komiyon Başkanı Yeneroğlu ziyarette yaptığı açıklamada, „Terörün dili, dini ve rengi yoktur; sadece bir amacı vardır. Bu da, kaos ve huzursuzluğun ortamını oluşturmaktır.“, dedi.

Mustafa Yeneroğlu ziyarette yaptığı açıklamada, „Hain saldırı, bizlere terörün hiçbir vicdani ve insani değer tanımadığını tekrar tekrar gösterdi. İnsanı değersizleştiren, hatta yok sayan zihniyetin, amacına hiçbir şekilde ulaşması mümkün değildir. Terörün dili, dini ve rengi yoktur; sadece bir amacı vardır. Bu da, kaos ve huzursuzluğun ortamını oluşturmaktır.

Buna da verilecek en güzel cevap devleti ve milletiyle tek bir yürek olmaktır. Bu konuda, tüm siyasi partilerimizi, sivil toplum kuruluşlarımızı, basın ve yayın organlarını, devletimizin terörle olan mücadelesinde birlik olmaya davet ediyoruz.

Gün birlik ve kardeşlik günü, gün virgülsüz ve ama’sız kamu düzenine yeltenen illegal yapıları ve eylemleri reddetme günüdür, gün terörü lanetleme günüdür. Bir kez daha, bu saldırılarda hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, ailelerine ve milletimize başsağlığı, yaralılara da acil şifalar diliyoruz.“ dedi.

İsviçre: “Göçmenlerin sınır dışı edilmesine karşı hayır”

İsviçre’de yaşayan yabancı ülke vatandaşı göçmenlerin sınır dışı edilmesini içeren kanun teklifi 28 Şubat tarihinde halk oylamasına sunulacak. Teklifin kabul edilmesi durumunda ülke de yaşayan yabancılar basit bir suç gerekçesiyle yurt dışı edilecek, oturum ve ülkeye giriş ile ilgili bütün yasal haklarını kaybederek 5-15 yıl süresince ülkeye giriş yasağı alacaklar. Konuyla ilgili değerlendirmede bulunan İstanbul Milletvekili ve TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Mustafa Yeneroğlu, “İsviçre halkının, İsviçre Anayasası’nda yer alan temel haklarla bağdaşmayan ve başta Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi olmak üzere birçok uluslararası sözleşmeye ciddi derecede aykırılık içeren kanun teklifini kabul etmeme yönünde tercihte bulunacağına inanıyorum. Böylelikle Birleşmiş Milletler gibi birçok uluslararası örgüte ev sahipliği yapan İsviçre, insan hakları, hukukun üstünlüğü ve demokratik düzen bağlamında sağduyuyu gösterecektir.” dedi.

Mustafa Yeneroğlu açıklamasında, “İsviçre’de 28 Şubat’ta halkoylamasına sunulacak yabancıların sınır dışı edilmesini içeren kanun teklifi bu ülkede yaşayan vatandaşlarımızla sayıları iki milyonu bulan diğer ülke vatandaşlarını doğrudan ilgilendiren bir gelişmedir. 2010 yılında yasalaşan yabancıların sınır dışı edilmesi kanununun kapsamının genişlemesi ve daha da sertleşmesi anlamına gelen bu yasa teklifinin kabul edilmesi durumunda İsviçre’nin çokkültürlü toplumsal yapısıyla, demokratik ve hukuk devleti düzeni yara alacaktır.

İsviçre Federal Meclisi ve Hükümeti tarafından da savunulduğu gibi kanun teklifi birçok uluslararası anlaşmaya aykırılık teşkil etmektedir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne (AİHS) ve İsviçre’nin Avrupa Birliği ile yaptığı serbest dolaşım anlaşmasına göre sınır dışı etme ancak kişinin kamu düzenine veya ülkenin güvenliğine tehlike teşkil eden bir suçtan dolayı suçlu bulunması halinde kabul edilebilmektedir. Öte taraftan uluslararası insan hakları hukuku ilkelerine göre hiç kimse; işkence, insanlık dışı veya küçük düşürücü muamele ya da diğer ciddi insan hakları ihlaline maruz kalacağı bir ülkeye sınır dışı edilemez. Sınır dışı etme yasağı, İsviçre’nin de taraf olduğu Birleşmiş Milletler (BM) İşkence ve Diğer Zalimane, Gayri İnsani veya Küçültücü Muamele veya Cezaya Karşı Sözleşmesi, BM Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi, 1951 tarihli Mültecilerin Hukuki Durumuna İlişkin Sözleşme ile BM Çocuk Hakları Sözleşmesi’nde anlaşılır bir şekilde belirtilmektedir. Bu nedenlere dayanmayan sınır dışı edilmeler yabancılara karşı ayrımcılık yapıldığı anlamına gelmektedir.

Halkoylamasına sunulacak kanun teklifiyle ilgili uluslararası hukuk bağlamındaki sorunlar sadece bu maddelerle sınırlı değildir. Kanun teklifinin kabulü AİHS’nin özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmalarına saygı gösterilmesi hakkını düzenleyen 8’inci maddesini doğrudan etkileyecektir. Daha da ötesi, bu önerinin yasalaşması durumu, İsviçre’nin düzenli ve sürekli bir şekilde AİHS’yi ihlal etmesi ve uzun vadede bu ülkenin AİHS sisteminden ayrılması riskini doğuracaktır. Ayrıca kanun teklifi kapsamında yabancılara kararı temyiz etme hakkı tanınmamakta, uluslararası insan hakları hukukunun iki temel ilkesi olan hukukta orantılılık ve her davanın kendi özel şartları içinde değerlendirilmesi ilkeleri göz ardı edilmektedir. Federal Anayasa’ya detaylı bir hükmün yazılmasını öngören teklif, güçler ayrılığı ilkesince yasa yapma görevi olan Parlamentoya bir müdahale ve görev gaspı anlamına gelmektedir.

Öngörülen kanun teklifi sosyal sorunlara da neden olacak, mağduriyeti, aile parçalanmasını, İsviçre toplumunun bir parçası olan insanların kaybını beraberinde getirecektir. İsviçre’de doğup, büyüyen ancak İsviçre vatandaşı olmayan birçok ikinci ve üçüncü kuşak yabancı, hiçbir sosyal bağı olmayan, belki hayatları boyunca hiç ziyaret etmedikleri, daha da kötüsü, ağır insan hakları ihlallerinin yaşandığı, ailelerinin ana vatanlarına gönderilmesi tehlikesiyle karşı karşıya kalacaklardır. Ayrıca, halkoylaması için hazırlanan beyaz koyunun siyah koyunu ülkeden çıkardığını gösteren afişler söz konusu önerinin ırkçı ve yabancı düşmanı saiklerle hazırlandığını açıkça göstermektedir.

Hükümet ve Birleşmiş Milletler gibi ulusların barış içerisinde yaşamasını amaçlayan birçok uluslararası örgüte ev sahipliği yapan İsviçre’nin insan hakları, hukukun üstünlüğü ve demokratik düzen bağlamında uluslararası imajının zedelenmemesi ve sağduyunun korunması için gerekli katkıyı vereceğinden eminim. Bu çerçevede İsviçre toplumunda önde gelen hukukçu, siyasetçi ve sivil toplum kuruluşlarının başlattıkları Karşı-İnisiyatifleri takdirle takip ediyor, tüm İsviçre vatandaşlarını hayır oyu kullanmaya davet ediyorum.”, dedi.

Her bir dil topluma ve kültüre zenginlik katan bir unsurdur.

Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) 1999 yılında aldığı kararla 21 Şubat tarihini “Uluslararası Anadili Günü” olarak kabul etmiştir. İstanbul Milletvekili ve TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Mustafa Yeneroğlu anadillerin korunmasının önemine dikkat çekerek, “Bizler her bir dili topluma ve kültüre zenginlik katan birer unsur ve insanlığın ortak kültür mirası olarak görmekteyiz. Kaybolan her dil aynı zamanda insanlığın ortak kültür mirasının bir parçasının kaybolması demektir.” dedi.

Yeneroğlu açıklamasında şunları ifade etti: “UNESCO verilerine göre bugün dünya üzerinde konuşulmakta olan 6 bin dilin yarısı, hiç bir önlem alınmazsa kaybolma tehlikesi ile karşı karşıyadır. UNESCO’nun bir dilin kaybolma tehlikesi kavramını ‘yüz yıl içinde bir dili konuşacak çocuk kalmaması durumu’ olarak açıkladığını göz önünde bulundurursak durumun vahameti ve aciliyeti bir kez daha ortaya çıkmaktadır.

Her bir dil topluma ve kültüre zenginlik katan birer unsur ve insanlığın ortak kültür mirasıdır. Dil çeşitliliği ve anadilin kullanılmasını teşvik etmek ve aynı zamanda dilsel ve kültürel gelenekleri geliştirme bilinci içinde hareket etmek azami önem taşır. Bir ülke için ekonomik ve toplumsal gelişim ve başarı sağlamak ne kadar önemli ise dilsel ve kültürel zenginliklerin de korunması ve gelişimine imkân tanıyacak fırsatların oluşturulması da o denli önemli olmak zorundadır.

AK Parti iktidarıyla birlikte geçmişte âdeta inkar edilen anadillere ilişkin tabular yıkılmıştır. İnsanların Kürtçe konuştukları için zulüm gördükleri dönemler tarihte kalmıştır. Ülkemizde devlet kanalı Kürt vatandaşlarımızın dilinde yayın yapmakta, seçim çalışmalarında Kürtçe siyasi çalışmalar yapılabilmekte, Kürtçe dil kursları özgürce faaliyet gösterebilmekte ve üniversitede Kürt dili ve edebiyatı okutulmaktadır. Atılan tüm bu adımlarla ülkemizin kültürel zenginliği güçlendirilmiştir.

Türkiye olarak gerek ülkemizde gerekse de diğer ülkelerde dillerin kaybolmaması hususunda gerekli katkıyı sağlamakla mükellefiz. Bu çerçevede Anadolumuzda kaybolma tehlikesiyle karşı karşıya olan dillerin arasında yer alan Lazca, Abhazca, Adigece, Zazaca, Kabar Çerkes, Batı Ermenicesi, Pontus Yunancası gibi dillerin korunması için teşvik programları geliştirmek durumundayız.

Öte taraftan Avrupa’da yaşayan vatandaşlarımız bağlamında zaman zaman gündeme gelen entegrasyon tartışmalarında anadilin değersizleştirildiğine ve dışlandığına tanık oluyoruz. Bu noktada vatandaşlarımızın anadillerine sadece bir iletişim aracı olarak değil, aynı zamanda kimliği şekillendiren temel değerlerden biri olarak yaklaşarak sahip çıkmaları önem arz etmektedir. Unutulmamalıdır ki, bir dilin korunması o dil ile özdeşleşen değerler ve kimliklerin tanınması ve koruma altına alınması anlamına gelir. AK Parti olarak yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın anadil eğitiminin yaygın olarak verilmesi ve kültürel kimliklerin korunması için her zaman gerekli desteği vermekte, özellikle de genç neslimizin anadillerinin güçlendirilmesini önemsemekteyiz. Bu bağlamda yurt dışı eğitim ve kültür politikalarını daha aktif hale getireceğiz.

Dünya üzerinde nerede bulunursa bulunsun, hangi toplumda yaşarsa yaşasın bir çocuğun anadilini öğrenmesi onun en temel hakkıdır. Hükümetler bu bilinçle hareket etmek durumundadırlar. Tüm anadillerin nesilden nesile aktarılarak yaşatılması, gelişmesi ve böylece ortak insanlık mirasının korunması temennisiyle tüm insanların Anadil Günü kutlu olsun.”

Sosyal adaleti merkeze alan politikalarımızın takipçisi olacağız

Birleşmiş Milletler tarafından dünya üzerindeki gelir dağılımı eşitsizliğine dikkat çekmek için ilan edilen Dünya Sosyal Adalet Günü, 20 Şubat’ta farklı etkinliklerle idrak ediliyor. Dünya Sosyal Adalet Günü sebebiyle bir açıklama yapan İstanbul Milletvekili ve TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Mustafa Yeneroğlu, “Ekonomik krizlerin, açlığın, çevre kirliliğinin ve mülteci hareketlerinin giderek arttığı bir dünyada ayrımcılık ve ötekileştirmeyi doğuran sosyal eşitsizlikle mücadele de ulusal sınırları aşarak küresel bir boyuta taşınmalıdır.” dedi.

Yeneroğlu, “Dünya genelinde her dokuz insandan biri, her akşam aç bir şekilde yastığa başını koymak zorunda. Gelişmekte olan ülkelerde 66 milyon çocuk okula aç giderken bu sayı sadece Afrika’da 23 milyon civarında seyrediyor. 2050 yılında iklim değişikliği yüzünden 24 milyon çocuğun daha fakirlik içinde yaşayacağı tahmin ediliyor. Dünya üzerindeki 62 mega zenginin mal varlığı, dünya halkının en fakir yarısının mal varlığına eş değer bir seviyede. Savaşlar, açlık ve gelir dağılımındaki eşitsizlik milyonlarca insanı vatanlarını terk etmek zorunda bırakıyor. Etkilerini bu şekilde küresel bazda gösteren sosyal adaletsizlik, tam da bu nedenle küresel çözüm önerilerine ihtiyaç duyuyor.

Sosyal eşitsizliğin çözülmesi için siyasiler, sivil toplum kuruluşları ve medyanın ortak bir şekilde hareket etmesi, eşitsizliği normalleştiren değil, onu ortadan kaldırmaya çaba sarf eden bir dilin toplumun her kesimi tarafından benimsenmesi gerekmektedir. Bugün Suriye’den ülkemize sığınan mültecilerin içinde bulunduğu elim durum göz önünde bulundurulduğunda sosyal eşitliğin etnik köken, dil, din, mezhep, yaş ve cinsiyet ayrımı olmaksızın sağlanmasının küresel bir görev olduğu ortaya çıkacaktır.

AK Parti Hükûmetlerimiz döneminde sosyal adalet konusu her zaman öncelikli alanlardan birisi olmuştur. Ekonomik ve sosyal politikalar bu anlayışla yürütülmüş, yoksulluğun ortadan kaldırılması, gelir dağılımının iyileştirilmesi, ihtiyacı olan herkese sosyal destek sunulması ve sosyal desteklere duyulan ihtiyacın azaltılması hedeflenmiştir. Küresel kriz ortamında birçok ülkede gelir dağılımı bozulurken, istihdam artırılarak, güçlendirilen sosyal politikalarla sosyal dengeler iyileştirilmiştir. İzlenen politikalar sonucunda Türkiye, OECD ülkeleri arasında gelir dağılımını en hızlı iyileştirebilen ülke olmuştur.

Hakların, imkânların ve kaynakların eşit bir şekilde dağıtılmasının en önemli sorunlardan biri olduğu günümüzde sosyal adalet konusundaki sorumluluğumuz, Suriye’deki katliamlardan kaçarak Türkiye’ye sığınan mültecilerle birlikte kendisini daha da açık bir şekilde göstermekte, bizleri de mülteci kardeşlerimiz karşısında yeni bir sınavla yüz yüze getirmektedir. Bu sınavdan alnımızın akıyla çıkmak için eşitliği merkeze alan, ayrımcılık ve ötekileştirme gibi hastalıklardan tamamen arınmış yaklaşımlarla geliştirdiğimiz politikaların takipçisi olacağız.” ifadelerinde bulundu.

İslam Düşmanlığı Kaynaklı Saldırıların Ayrı Kategoride Kayıt Altına Alınması Gecikmiş Bir Uygulamadır.

İstanbul Milletvekili ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Mustafa Yeneroğlu (AK Parti) İslam düşmanlığı kaynaklı saldırılara ilişkin Almanya Federal Hükûmetine yöneltilen soru önergesine verilen cevapla ilgili “Almanya’da yıllardır görmezlikten gelinen İslam düşmanlığı kaynaklı suçların ayrı kategoride kayıt altına alınması gerekliliği hususunun artık kabul görmeye başlaması sevindirici bir gelişme ve doğru yolda atılmış bir adımdır.” değerlendirmesinde bulundu. Yeneroğlu yaptığı açıklamada,

“İslam düşmanlığı kaynaklı saldırıların ayrı bir kategoride kayıt altına alınması talebi on yıldır yinelenmektedir. Federal Hükûmetin vermiş olduğu cevaba bakıldığında da bu uygulamanın gerekliliği açıkça ortaya çıkmaktadır. Özel olarak bu başlıkta kayıt yapılmadığından dolayı birçok veri yetersiz kalmakta, dolayısıyla İslam düşmanlığı kaynaklı saldırıların tam tespitini yapmak mümkün olamamaktadır. Hâliyle Federal Hükûmet bu şartlarda hangi kişi ve kurumların İslam düşmanlığı kaynaklı saldırılardan zarar gördüğünü ve bu suçların faillerine karşı kaç adet soruşturma yürütüldüğünü söyleyecek bilgiye sahip değildir.

Elde sağlam veriler olmadığı için hem bu problemin araştırılmasında hem de bununla mücadele edilmesinde herhangi bir netice alınamamaktadır. Kriminologlar, sosyologlar ve diğer bilim insanları yıllardır yeterli ve gerekli verilerin olmamasından yakınmaktadırlar. Ayrıca bu sorun sadece aşırı sağ üzerinden değerlendirilmemelidir. Ayrıca PKK ve Almanya’daki destekçilerinden kaynaklanan terör de çok tehlikeli bir boyuta ulaşmıştır.

Sistematik bir kaydın yapılmasının ne derece gerekli olduğu cami saldırılarına dair paylaşılan verilerle daha da iyi anlaşılmaktadır. Federal Hükûmet tarafından verilen bilgiye göre geçtiğimiz yılın son çeyreğinde, bir tanesi PKK bağlantılı olmak üzere 24 cami saldırısı gerçekleşmiştir. Bu listenin sağlıksız olduğu kolaylıkla anlaşılmaktadır, zira medyaya yansıyan cami saldırılarının dahi bu listede yer almadığı görülmektedir. Bu açıdan, belirtilen bu rakama ihtiyatla yaklaşılmalıdır. Bu rakam hakikatte olanın yalnızca bir kısmıdır.

TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu İslam düşmanlığı konusunu gündemine almıştır. Oluşturulan alt komisyon bu olguyu yoğun bir şekilde ele alarak Almanya ve Avrupa’da bu bağlamda yaşanan gelişmeleri büyük bir titizlikle takip edecektir.” ifadelerine ver verdi.

Separate Erfassung islamfeindlicher Straftaten überfällig

“In Deutschland scheint sich nach vielen Jahren des Wegsehens endlich die Erkenntnis durchgesetzt zu haben, dass auch islamfeindliche Straftaten separat erfasst werden müssen. Das ist erfreulich und nur ein erster Schritt in die richtige Richtung”, erklärt Mustafa Yeneroğlu (AK Partei), Vorsitzender des Menschenrechtsausschusses der Großen Nationalversammlung der Türkei, anlässlich einer Antwort der Bundesregierung auf eine parlamentarische Anfrage zu islamfeindlich motivierten Straftaten. Mustafa Yeneroğlu weiter:

“Seit einem Jahrzehnt steht bereits die Forderung im Raum, islamfeindlich motivierte Straftaten separat zu erfassen. Ein Blick auf die Antwort der Bundesregierung zeigt, das Warum: Mangels Erfassung sind viele Angaben unvollständig oder können überhaupt nicht beantwortet werden. Eine differenzierte Ausweisung von islamfeindlichen Straftaten ist nicht möglich. So kann die Bundesregierung weder sagen, welcher Personen- und Sachschaden bei den islamfeindlichen Übergriffen entstanden ist noch kann sie Auskunft darüber geben, wie viele Ermittlungsverfahren gegen Tatverdächtige eingeleitet wurden.

Mangels gesicherter Erkenntnisse bleibt sowohl die Erforschung als auch die Bekämpfung des Problems auf der Strecke. Kriminologen, Soziologen und Wissenschaftler weiterer Fachrichtungen beklagen schon seit Jahren fehlendes und belastbares Datenmaterial. Das Problem beschränkt sich hierbei nicht einmal mehr auf Rechtsextremismus in seinen unterschiedlichen Auswüchsen. Inzwischen ist auch der Terror, der durch die PKK und ihren Unterstützern in Deutschland ausgeht, zu einer ernsten Gefahr herangewachsen.

Wie dringend eine systematische Erfassung ist, zeigt sich nicht zuletzt in der Auflistung der Übergriffe auf Moscheen. Laut Bundesregierung sollen im vierten Quartal des vergangenen Jahres insgesamt 24 Übergriffe auf Moscheen verübt worden sein, darunter eins mit PKK-Bezug. Hierbei handelt es sich offenbar um eine rein zufällige Zusammenstellung. Denn selbst nach Übergriffen, die medial bekanntgeworden sind, sucht man in der Auflistung der Bundesregierung vergeblich. Insofern sind die genannten Zahl nur mit Vorbehalt zu genießen. Sie bildet allenfalls nur einen Teil des Problems ab.

Der Menschenrechtsausschuss der Großen Nationalversammlung der Türkei hat Islamfeindlichkeit bereits auf ihre Agenda gesetzt. Eine Unterkommission wird sich mit diesem Phänomen verstärkt befassen und hierbei auch die Entwicklungen in Deutschland und Europa mit größter Aufmerksamkeit verfolgen.”

Kadına yönelik şiddetle mücadele, popülist tartışmaların gölgesinde kalmamalı

Hatun Sürücü 7 Şubat 2005 tarihinde Almanya’nın Berlin kentinde kendisinden küçük kardeşi tarafından başına sıkılan üç kurşunla bir cinayete kurban gitti. İstanbul Milletvekili ve TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Mustafa Yeneroğlu cinayetin 10. yıl dönümü sebebiyle, “Kadına yönelik şiddet, faili ve motivasyonu ne olursa olsun kararlılıkla mücadele edilmesi gereken bir sorundur.” dedi.

Yeneroğlu, “Hatun Sürücü’nün Berlin’de sokak ortasında kendi kardeşi tarafından katledilmesi kadına yönelik şiddetin varacağı elim noktayı göstermesi açısından önemlidir. Bir insanı kendi kardeşinin canına kıyabilecek kadar kendisinden uzaklaştıran şiddet sorunuyla mücadele, ülke, kişi, aktör fark etmeksizin herkesin kolektif bir biçimde omuz vermesi gereken bir mücadele alanıdır.

Hatun Sürücü cinayeti 10 sene önce Almanya’da sözde paralel toplumlar ve uyum konularında farklı bir tartışmayı alevlendirdi. Bu konuda esas sorunun ıskalanması kadına yönelik şiddetle mücadeleyi zayıflatacaktır. Kadına yönelik vuku bulan her şiddet vakasında Hatun Sürücü cinayetinde olduğu gibi meseleyi kültüralist bir zeminde tartışmak ya da yılbaşı gecesinde Köln Tren Garında olduğu gibi meydana gelen taciz vakalarından bir kültürler arası uyuşmazlık okumak, asıl meseleyi konuşmayı engellemekte ve sorunun çözümüne dair etkin adımları geciktirmektedir. Genç bir kadının canice öldürülmesinin popülist tartışmalardaki sesleri kuvvetlendirmesi kabul edilemez. Bununla birlikte 20 yaşındaki üniversite öğrencisi Gizem Peker’in, Alman okul arkadaşı tarafından bıçaklanarak öldürülmesinin Alman kamuoyu tarafından benzer duyarlılıkla dikkate alınmaması manidar olduğu kadar kadına yönelik şiddetin daha geniş zeminde ırk, kültür ve dinden bağımsız bir şekilde ele alınması gerektiğini ortaya koymaktadır.

Kadına yönelik şiddet, faili ve motivasyonu ne olursa olsun kararlılıkla mücadele edilmesi, sadece vuku bulduktan sonra değil, henüz gerçekleşmeden önce de gerekli tedbirlerle engellenmesi gereken bir sorundur. Bu çerçevede Türkiye’deki kadın cinayetlerine ilişkin Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu tarafından verilen bilgilere göre 2015 yılında 303 ve geride bıraktığımız Ocak ayında 36 kadın cinayete kurban gitmiştir. Bu durum ülkemizde kadına karşı şiddetle mücadelede önleyici çalışmalara ciddi derecede ihtiyaç olduğunu göstermektedir. Kadına yönelik şiddete karşı her türlü yasal korunma sağlanması ve yasaların etkin bir şekilde uygulan¬masını beyan eden Hükümetimiz ayrıca, kadınların şiddete uğradıklarında başvu¬rabilecekleri, bilgi ve destek alabilecekleri merkezlerin daha işlevsel ve erişilebilir hale getirilmesini hedeflemektedir. Başta Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığımız olmak üzere ilgili tüm kurumların ve toplumun ortak ve kararlı mücadelesine her zamankinden daha fazla ihtiyaç vardır.”, açıklamasında bulundu.

Brandanschlag auf Neunkirchener Moschee – Maßnahmen gegen Islamfeindlichkeit einleiten

“Brandanschläge auf Moscheen sind feige Akte gegen demokratische Grundwerte. Die wachsende Islamfeindlichkeit in Deutschland und Europa gibt Anlass zur Sorge. Deshalb ist das Thema auf unserer Tagesordnung”, erklärt Mustafa Yeneroğlu (AK Partei), Vorsitzender des Menschenrechtsausschusses der Großen Nationalversammlung der Türkei, anlässlich des Brandanschlags auf eine Moschee in Neunkirchen. Unbekannte haben Sonntagnacht Brandsätze auf den Innenhof der Moschee geworfen. Mustafa Yeneroğlu weiter:

“In Europa leben rund 20 Millionen Muslime. Mit großer Sorge beobachten wir, wie Islamfeindlichkeit sich in diesen Ländern verbreitet. Bekanntgewordene Anschläge auf Muslime und ihre Einrichtungen sind lediglich die sichtbare Spitze des Eisbergs. Deshalb ist es dringend geboten, diesem Problem auf den Grund zugehen.

Der Menschenrechtsausschuss der Großen Nationalversammlung der Türkei hat bereits gehandelt und eine Unterkommission zum Problem eingesetzt. In vielen Ländern, darunter auch Deutschland, können islamfeindliche Straftaten nicht einmal beziffert werden weil sie nicht gesondert erfasst werden. Das ist ein Defizit und großes Problem für die Wissenschaft, die auf belastbare Daten angewiesen ist für die Erforschung dieses Phänomens.

Ich kann sehr gut nachvollziehen, wie sich die Mitglieder der Neunkirchener Moscheegemeinde nach diesem Anschlag fühlen. Ich selbst bin in Deutschland groß geworden und wurde in Moscheegemeinden sozialisiert. Solche Anschläge vermitteln vor allem Jugendlichen das Gefühl, unerwünscht zu sein, nicht willkommen zu sein. Das kann tiefe Narben hinterlassen, die nur schwer zu heilen sind. Umso dringender ist Achtsamkeit und konsequentes Handeln geboten.”

__________________________

TÜRKÇE

Neunkirchen’de cami saldırısı – İslam düşmanlığına karşı gerekli tedbirler derhâl alınmalıdır

Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Mustafa Yeneroğlu (AK Parti) Neunkirchen’de bir camiye düzenlenen kundaklama girişimi münasebetiyle bir açıklama yayımladı. Pazar akşamı kimliği tespit edilemeyen kişiler tarafından Neunkirchen’de bir caminin avlusuna molotof kokteyli atılmıştı. “Camilere yapılan saldırılar demokratik temel değerlere karşı işlenmiş korkakça eylemlerdir. Almanya ve Avrupa’da yükselmekte olan ırkçılık endişe verici boyutlara ulaşmıştır. Dolayısıyla bu olay hepimizin gündeminde olmalıdır.” diyen Yeneroğlu sözlerini şöyle sürdürdü:

“Avrupa’da yaklaşık 20 milyon Müslüman yaşamaktadır. Avrupa ülkelerinde İslam düşmanlığının hangi boyutlara ulaştığını büyük bir endişe ile gözlemlemekteyiz. Müslümanlara ve İslami müesseselere karşı gerçekleştirilen ve gün yüzüne çıkan saldırılar buz dağının görünen kısmıdır. Bu sebeple bu sorunun temeline inilerek ortaya bir irade koyulmalıdır.

TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu bu sorunla ilgili harekete geçerek alt komisyon oluşturmuştur. Almanya’nın da içinde bulunduğu birçok ülkede İslam düşmanı saldırılar ayrı bir kategoride ele alınıp kaydedilmediği için bunlarla ilgili somut rakamlara erişim mümkün olmamaktadır. Bu vakaların aydınlatılması ve araştırılması için hayati öneme sahip bu bilimsel verilerin elde olmaması büyük bir eksiklik ve problem teşkil etmektedir.

Bizzat Almanya’da büyümüş ve cami cemiyetlerinde sosyalleşmiş bir insan olarak Neunkirchen Camii cemaatinin bu saldırı sonrası kendilerini nasıl hissettiklerini çok iyi anlayabiliyorum. Bu saldırılar bilhassa gençlerde kabul görmedikleri, bu ülkede istenmedikleri izlenimi oluşturmaktadır. Bu da telafi edilmesi çok zor sorunlar doğurabilecek bir durumdur. Mesele çok dikkatli ele alınmalı ve somut neticelerin elde edilmesi için gereken adımlar acilen atılmalıdır.”

Dünya Holokost Kurbanlarını Anma Gününe İlişkin Basın Açıklaması

Nazi toplama kampı Auschwitz, 27 Ocak 1945 tarihinde Sovyet birlikleri tarafından kurtarıldı. Bu gün, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından 2005 yılında Uluslararası Yahudi Soykırımı Holokost Kurbanlarını Anma Günü ilan edildi.

İstanbul Milletvekili ve TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Mustafa Yeneroğlu, Holokost Kurbanlarını Anma Günü dolayısıyla yaptığı açıklamada, “Nazi Almanya’sında milyonlarca insan toplama kamplarında sistemli bir şekilde katledildi. İnsanların, 71 yıl önce bugün dünya tarihinin gördüğü bu benzersiz vahşetten kurtarılması hafızalardan silinmemesi gereken önemli bir olaydır. Holokost kurbanlarını saygıyla anıyoruz.

Nazi vahşeti totaliter ve ırkçı bir rejimin nasıl bir katliama yol açabileceğini gösterdi. Holokost’un anılması, kitlesel katliamların devam ettiği, ırkçılığın, antisemitizmin ve İslam düşmanlığının özellikle azınlıklar için tehdit oluşturduğu günümüzde önemini korumaktadır. Totaliter rejimlerin ve terör örgütlerinin yanında bu tür toplumsal radikal akımların daha büyük facialara neden olmaması için gerekli tedbirlerin zamanında alınması gerekmektedir. Holokost’un hafızalarda canlı tutulması, dünyada yeni travmaların oluşmasını önlemek için elzemdir.”, dedi.