“Dövizle askerlikte ödeme usulü kolaylaştırılıyor!”

AK Parti İstanbul Milletvekili Mustafa Yeneroğlu “dövizle askerlik” ödeme usulünde kolaylığa gidileceğini belirterek, “Yurt dışındaki vatandaşlarımızın ödeme yönteminin kolaylaştırılmasına ilişkin talepleri dikkate alınarak, ödemelerin doğrudan başkonsolosluklarda yapılabilmesi için gerekli düzenleme yapılmıştır. Uygulamanın başlamasıyla yurt dışındaki mükellefler için önemli bir kolaylık sağlanacaktır.” dedi. Yeneroğlu şunları kaydetti:

“Dövizle askerlikten faydalanmak isteyen yurt dışındaki vatandaşlarımız ilgili başkonsolosluğumuza başvurularını yapmakta, muhabir banka aracılığıyla da ödemelerini gerçekleştirmektedirler. Bu durum başkonsolosluk ile muhabir banka arasında gidip gelmelere, dolayısıyla sürecin aşamalı ve uzun olmasına neden olmaktadır. Böylelikle zaman ve masraf açısından ek yük oluşmaktadır. Bu noktada örneğin, çalışan vatandaşlarımızın ödeme işlemi için ayrıca izin almak zorunda kalması işverenleri ile problem yaşamasına sebep olabilmektedir.

Ödeme işleminin muhabir bankaya gerek kalmaksızın basit ve kısa bir şekilde yapılabilmesi için 696 sayılı son Kanun Hükmünde Kararnamenin ikinci maddesiyle yasal değişiklik yapılmıştır. Atılan bu adımla ödemelerin başkonsolosluklar üzerinden yapılabilmesinin yasal zemini sağlanmıştır. Uygulama, ilgili yönetmeliğin yayımlanması ve teknik altyapının hazırlanmasıyla birlikte başkonsolosluklarımızda başlayacaktır. Böylelikle bir yandan vatandaşlarımızın yükü hafifletilecek diğer yandan da konsolosluklardaki iş yükü azaltılacaktır. Ayrıca bir ülkede muhabir banka olmaması durumunda vatandaşımızın başka bir ülkeye ya da Türkiye’ye gelip ödeme yapmasına da gerek kalmayacaktır.

Bu vesileyle, vatandaşlarımızın ihtiyacını dikkate alan Milli Savunma Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı ve Maliye Bakanlığı yetkilileri ile bu süreçteki çalışmalara destek olan Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı’na teşekkür ediyorum.”

’’The EU Member States’ understanding of a migrant’s life in dignity is a shame’’

Mustafa Yeneroğlu, Member of Turkish Parliament, has issued a press release concerning 18th December International Migrants Day. Yeneroğlu stated: ‘‘Today, there are more than 65 million people worldwide who migrate due to severe risks of violence, poverty and conflict. Many countries lecturing the world on human rights failed to assume responsibility during this crisis. The Netherlands, being one of the world’s most prosperous countries, has opened its doors to only one percent of the refugees that Turkey has accepted. France, on the other hand, has welcomed 0,5 percent, while England accommodates only 0,3 percent of those refugees living in Turkey. Moreover, these refugees face racist attacks on a daily basis.’’ Yeneroğlu added:

‘‘In order to create awareness on the issues of migrants and forcibly displaced persons, the United Nations has declared in the year 2000 the 18th December as ‘International Migrants Day’. As we look at the international migration movements, we can observe that nearly 250 million people live as migrants in a foreign country. In 1990, there were about 150 million migrants worldwide. Comparing the figures of the 90s with those of today, it becomes clear that the increase in the last quarter-century is enormous.

Millions of people fleeing wars, oppression and poverty surpass seas, mountains and deserts in order to have a life in human dignity. Today, with the support of the European Union, ten thousands of people are being unlawfully detained, exploited and tortured in Libya. Thousands are being sold as slaves. Unfortunately, every single day we are witnessing tragedies of numerous people that are forced to leave their home countries and thereby try to cross the Mediterranean Sea with the hope of having a safer life. Only during this year, more than three thousand refugees have lost their lives in the Mediterranean. Between January 2000 and June 2017 more than 33 thousand refugees could not complete their Journey of Hope. For the sake of preventing these tragedies, the reasons for migration have to be globally examined and a proper system containing secure and legal ways for refugees has to be established. Besides, completing the risky Mediterranean journey does not end the tragedy these people are living. Many refugees, the majority being of Syrian origin, that reach Europe face racist attacks in their host countries. In Germany, the target country of many refugees, migrants are exposed to three assaults a day. The rise of the far-right and racist discourse in Europe is not only a threat to the life of migrants, but also to the democratic order and multicultural life in Western Europe. Many countries lecturing the world on human rights failed to assume responsibility during this crisis. The Netherlands, being one of the world’s most prosperous countries, has opened its doors to only one percent of the refugees that Turkey has accepted. France, on the other hand, has welcomed 0,5 percent, while England accommodates only 0,3 percent of those refugees living in Turkey.

On the other side, due to political instability in our close neighbourhood, a huge migration flow has taken place notably from Syria, but also from other adjacent countries, to Turkey. Thus, ‘migration’ is the leading topic of Turkey’s public opinion. We have assumed great responsibility by hosting 5 million migrants and refugees of which are 3,3 million of Syrian origin. By establishing a Directorate General of Migration Management, the AK Parti government has initiated a new process. During this period, the Law on Foreigners and International Protection and the International Labour Law entered into force. Furthermore, AFAD’s (Republic of Turkey Prime Ministry Disaster and Emergency Management Presidency) support to refugees by creating refugee centres, the Ministry of Education’s effort to give the right to education to more than 600.000 Syrian children, the Ministry of Family and Social Policies’ psychosocial support to migrant women, children and disabled persons are just a few examples to be named. There is no doubt that in the mid- and long-term we still have a long way to go. Especially the support and opportunities concerning the participation of refugees in the education and work life must be enhanced, since this would constitute a crucial contribution to Turkey’s richness.

On this meaningful day, I wish to commemorate all migrants that have left their home country due to diverse reasons and hope that the awareness on the phenomenon of migration will rise worldwide.”

Avusturya, ırkçı popülizmi hükûmet programı yaparken Avrupa sessiz!

AK Parti İstanbul Milletvekili Mustafa Yeneroğlu Avusturya’da kurulacak olan koalisyon hükûmetinin açıkladığı hükûmet programını, “Avusturya’daki yeni hükûmet programının açıkça yabancı, Türkiye ve İslam düşmanı maddeler içermesi, ülkenin ne denli aşırı sağa kaydığının ve siyasal kültürün ne kadar zehirlendiğinin bir kanıtıdır. Bu gelişme muhtemelen diğer Avrupa ülkelerinde de yıkıcı etkilere sebep olabilecektir.” diyerek eleştirdi. Yeneroğlu sözlerini şöyle sürdürdü:

“Aşırı sağ popülizm yıllardan beri Avusturya’daki siyasi gelişmeleri kasıp kavurmaktadır. Son cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de görüldüğü gibi bu gidişat Avrupa’dakilerin nefeslerini tutmasına neden olmuştur. Ancak ÖVP ve FPÖ arasındaki koalisyon görüşmelerinin başarılı bir şekilde tamamlanması ne Avusturya’da ne de Avrupa’nın diğer ülkelerinde bir tepkiye neden olmuştur. Kilit konuma sahip Dışişleri Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı ve Savunma Bakanlığı gibi önemli bakanlıkların aşırı sağ cenahtan siyasetçilere verilmesi gündemdedir. Böylece devletin tüm güvenlik birimleri FPÖ partisinin kontrolü altına girmiş olacaktır. Neonazi geçmişe sahip bir kişi başbakan yardımcısı olacaktır. Hükûmet programının takdimi de sembolik olarak Osmanlının 1683 yılında ikinci Viyana kuşatmasını kaybettiği nokta olarak bilinen Kahlenberg’te yapılmıştır.

Bu noktada ayrıca, ‘sağ popülist’ veya ‘aşırı sağ’ gibi tanımlamaların, son on yıldaki toplumsal dönüşümün küçümsenmesine adeta hizmet eden ve gittikçe güçlenen sağ radikalizmi izah etmeyen kavramlar olduğunu ifade etmek gerekir. Sağ cenahtaki ulusalcı siyasetçiler toplumun son yıllarda daha çok sağa kaydığını ve merkez sağ partilerin bu değişime ayak uydurması gerektiğini söylerken; eskiden ırkçılık olarak nitelendirilen söylemler bu sağa kayma nedeniyle artık ‘sağ popülizm’ olarak sorunsuz hâle getirilmekte, çoğunluk tarafından benimsenmekte ve böylelikle siyasi kültürü zehirlemektedir.

Avusturya’daki yeni hükûmet programında yer alan bariz yabancı, Türkiye ve İslam düşmanlığı içeren maddeler bunun açık bir kanıtıdır. Özellikle İslam, FPÖ jargonuna uygun olarak sürekli olumsuz bağlamlarda zikredilmekte ve düşman olarak konumlandırılmaktadır (bkz. s. 24, s. 31 ve devamı, s. 37, s. 39 ve devamı, s. 45). Avusturya’daki İslam’a yönelik bu karşıtlığın anayasaya uygunmuş gibi yansıtılması açısından da ‘İslam’ kelimesinin başına ‘siyasal’ kılıfı eklenmekte ve İslami cemaatlerle mücadele sözde siyasi yerindeliğe uygun bir dille Hükûmetin hedefi olarak belirlenmektedir. ‘İslam’ kavramı hükûmet programında 21 yerde geçmektedir. Hiçbir yerde olumlu bir çerçevede ele alınmamakta, aksine sürekli olumsuz bağlamda zikredilmekte ve dizginlenmesi gereken bir tehlike olarak görülmektedir. İslam dini ile siyasal İslam arasında fark olduğunun göz boyayıcı bir şekilde vurgulanmasıysa (s. 39) asıl maksadı ele veren, ifade gücü olmayan bir iddia olarak kalmaktadır. ‘Kur’an da dahil olmak üzere İslam öğretisinin sunuluş biçiminin, İslam Yasası’nın 6. maddesi uyarınca kapsamlı bir şekilde kontrol edilmesinin sağlanması’ hedefiyle İslam Yasası’nın anayasaya aykırı ilgili kısmı daha da keskinleştirilmekte, İslami cemaatlere karşı takınılan olumsuz tutum desteklenmektedir.

İslami cemaatler bu gelişme karşısında tüm demokratik güçlerle ve bütün hukuki imkânları sonuna kadar kullanarak temel haklarını korumak zorundadırlar. Aynı şekilde ülkedeki siyasi kültürün her geçen gün ırkçılıkla daha fazla zehirlenmesine ve bu zehirlenme sebebiyle de artış gösteren saldırılara tepki göstermek; kendi kurumları üzerindeki anayasaya aykırı bu baskıyı bertaraf etmek durumundadırlar. Öte yandan Avusturya’daki ‘vicdanlı’ insanlarla birlikte mültecilerin, göçmenlerin, Türklerin ve Müslümanların sosyal ve demokratik haklarının daha fazla çiğnenmesine karşı koyma, itirazlarını açıkça dile getirme, demokratik bilinç sahibi ve siyaseten rüştünü ispat etmiş vatandaşlar olarak politik tartışmalarda söz sahibi olma sorumluluğunu da taşımaktadırlar. Bu, somut olarak harekete geçme, insanlarla birebir iletişim kurma, siyasal partilerde etkin olma, sivil toplum aksiyonlarını destekleme ve halk arasında mağdur edilen diğer kesimlerle dayanışma içerisinde olma anlamına gelmektedir.

Avusturya’daki bu gelişmelerin Avrupa’nın geri kalanında son bir uyarı olarak kabul edileceği ve aşırı sağ popülizmin artık hafife alınmamasını umuyoruz. Avrupa’da zamane ruhun ne kadar değiştiğini FPÖ’nün ilk defa hükümete girdiği 2000 yılında gösterilen şiddetli tepkilerle mevcut durumun karşılaştırıldığında görüyoruz. O zaman Avrupa’daki bütün hükûmet temsilcileri tarafından bir öfke dalgası oluşmuş ve Avusturya AB’den tecrit ile karşı karşıya iken, şimdi her yere hâkim düşündürücü bir sessizlik var.”

“AB üyelerinin göçmenlerin insan onuruna yakışır bir hayat sürmeleri konusundaki tutumu utanç vericidir.”

18 Aralık Uluslararası Göçmenler Günü dolayısıyla açıklama yapan AK Parti İstanbul Milletvekili Mustafa Yeneroğlu, “Bugün, dünya genelinde 65 milyondan fazla kişi şiddet, yoksulluk ve çatışma riskinden kaçmak için göç etmiştir. Dünyaya insan hakları dersi vermeye kalkan birçok ülke, bizzat sorumluluk üstlenmeye gelince sınıfta kalmıştır. Bugün dünyanın en zengin ülkelerinden Hollanda, Türkiye’nin kabul ettiği sığınmacıların ancak yüzde birine, Fransa iki yüzde birine, İngiltere ise üç yüzde birine kapısını açabilmiştir. Üstelik bu göçmenler her gün ırkçı saldırılara maruz kalmaktadırlar.” dedi. Yeneroğlu açıklamasında şunları kaydetti:

“18 Aralık tarihi Birleşmiş Milletler tarafından 2000 yılında göçmenlerin ve yerinden edilmiş insanların sorunlarına dair farkındalık oluşturmak amacıyla “Uluslararası Göçmenler Günü” olarak kabul edilmiştir. Bugün vesilesiyle dünya çapındaki göç hareketliliğine baktığımızda, günümüzde 250 milyona yakın insanın göçmen olarak başka bir ülkede yaşadığını görüyoruz. 1990 yılında dünyada 150 milyon civarında göçmen bulunuyordu. 90’lı yıllarla bugünü kıyasladığımızda, son çeyrek asırdaki artışın çok yüksek olduğunu görmekteyiz.

Savaş, zulüm ve yoksulluktan kaçan milyonlarca kişi, insan onuruna yakışır bir hayat sürmek için denizleri, dağları, çölleri aşmaya çalışmaktadır. Bugün Avrupa Birliği’nin desteğiyle on binlerce insan, Libya’da hukuksuz biçimde gözaltında tutulmakta, sömürü ve işkenceye maruz kalmakta, binlerce insan köle olarak satılmaktadır. Maalesef her gün, ülkelerini terk etmek zorunda kalan, daha güvenli bir yaşam hayaliyle Akdeniz’i geçmeye çalışan sayısız göçmenin dramına şahit oluyoruz. Akdeniz’de sadece bu yıl içinde 3 binden fazla sığınmacı hayatını kaybetmiştir. Ocak 2000’den Haziran 2017’ye kadar geçen süreçte ise 33 bini aşkın sığınmacı umut yolculuğunu ne yazık ki tamamlayamamıştır. Bu trajik tablonun önüne geçmek için göçün ardındaki sebeplerin küresel olarak ele alınması, mültecilerin yollardaki güvenli ve yasal geçişi için sağlıklı bir sistemin oluşturulması gereklidir. Ayrıca Akdeniz’deki riskli yolculuğu tamamlamak mültecilerin yaşadığı dramın sona ermesine yetmiyor. Avrupa’ya ulaşan çoğunluğu Suriyeli olmak üzere birçok sığınmacı gittikleri ülkelerde ırkçı saldırılara maruz kalıyorlar. Birçok mültecinin ulaşmayı hedeflediği ülke Almanya’da göçmenler günde ortalama 3 saldırıyla karşı karşıya kalıyor. Avrupa’da güçlenen aşırı sağcılar ve ırkçı söylemleri sadece göçmenlerin hayatlarını değil, Batı Avrupa ülkelerindeki demokratik düzeni ve çokkültürlü yaşamı da tehdit etmektedir. Dünyaya insan hakları dersi vermeye kalkan birçok ülke, bizzat sorumluluk üstlenmeye gelince sınıfta kalmıştır. Bugün dünyanın en zengin ülkelerinden Hollanda, Türkiye’nin kabul ettiği sığınmacıların ancak yüzde birine, Fransa iki yüzde birine, İngiltere ise üç yüzde birine kapısını açabilmiştir.

Öte yandan yakın coğrafyamızda yaşanan siyasi istikrarsızlıklar nedeniyle başta Suriye olmak üzere, bölge ülkelerinin vatandaşları tarafından ülkemize yönelik büyük bir göç akını gerçekleşmiştir. Dolayısıyla ‘göç’ konusu ülkemiz kamuoyunda da gündemde olan meselelerin başındadır. Türkiye 3,3 milyonu Suriyeli olmak üzere 5 milyon civarında göçmen ve mülteciye ev sahipliği yaparak büyük bir sorumluluk üstlenmiştir. AK Parti iktidarı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü’nü kurarak yeni bir süreç başlatmıştır. Bu süreçte Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu ile Uluslararası İşgücü Kanunu’nun yürürlüğe girmesi gibi yasal düzenlemeler yapılmıştır. Ayrıca AFAD’ın kurduğu barınma merkezleriyle mültecilere büyük destek verilmesi, Milli Eğitim Bakanlığımız tarafından 600 binden fazla Suriyeli çocuğa eğitim imkânının sağlanması, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığımızca göçmen kadın, çocuk ve engellilere yönelik psikososyal destek hizmeti sunulması bu alanda yapılan çalışmalara birkaç örnektir. Tabi ki, orta ve uzun vadede kat etmemiz gereken daha çok mesafe bulunmaktadır. Özellikle mültecilerin eğitim ve iş hayatına katılımları konusunda imkân ve desteklerin artırılması ülkemizin zenginliğine katkı sağlayacaktır.

Bu anlamlı günde, çeşitli sebeplerle ülkesinden göç eden tüm göçmenlerin Uluslararası Göçmenler Günü’nü kutluyor, göç olgusuna karşı dünya çapındaki farkındalığın artmasını temenni ediyorum.”

“İnsan onuruna yakışır bir hayat sürmek yeryüzündeki tüm insanların hakkıdır.”

10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü dolayısıyla açıklama yapan AK Parti İstanbul Milletvekili Mustafa Yeneroğlu, “Ülkemiz temel hak ve özgürlükler ile insan onurunu yüceltmeyi en güçlü ahlaki referans olarak kabul etmektedir. Geçmişten bugüne kamu düzeninin tesisi için yoğun çaba sarf ederken, aynı zamanda birbirinin tamamlayıcısı olan özgürlük-güvenlik dengesi noktasında ise azami hassasiyet göstermektedir.” dedi. Yeneroğlu açıklamasında şunları kaydetti:

“Bugün, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilişinin 69. yıl dönümü. Bu yıla da maalesef ki; göç yollarında ve mülteci teknelerinde yaşamını kaybeden savaş mağdurları ve ülkesini terk etmek zorunda kalan milyonlarca mülteci damgasını vurdu. Öte yandan dünyanın birçok bölgesinde terör, ırkçılık, nefret söylemleri, İslam karşıtlığı ve yabancı düşmanlığı gibi insanlığı tehdit eden hastalıklı akımların giderek arttığına şahit oluyoruz. Aynı zamanda uluslararası toplumlar yıllardır Filistin, Irak, Suriye, Arakan başta olmak üzere dünyanın birçok yerinde rejim ve terör örgütleri tarafından kadınların, yaşlıların, bebeklerin ve yardım görevlilerinin katledilmesini sessizce seyrediyor. Oysa ki; yerel ve küresel tüm aktörlerin insan haklarının uygulanması noktasındaki ortak ve kararlı mücadelesine her zamankinden daha fazla ihtiyaç vardır.

Her yıl dünya çapında ‘Dünya İnsan Hakları Günü’ olarak kutlanan bu gün, insan hakları alanında kaydedilen ilerlemelerin ve önümüzdeki döneme yönelik hedeflerin muhasebesini yapmak için bir fırsattır. Beyannameyi ilk imzalayan ülkeler arasında yer alan ve insan hakları alanında temel Birleşmiş Milletler Sözleşmelerine taraf olan ülkemiz, bu alanda uluslararası kuruluşlarla işbirliğini sürdürmektedir. Ayrıca temel hak ve özgürlükler ile insan onurunu yüceltmeyi en güçlü ahlaki referans olarak kabul etmektedir. Devletimiz geçmişten bugüne kamu düzeninin tesisi için yoğun çaba sarf ederken, aynı zamanda birbirinin tamamlayıcısı olan özgürlük-güvenlik dengesi noktasında azami hassasiyet göstermektedir. Kökeni, inancı ya da fikirleri ne olursa olsun bütün vatandaşlarımız milletimizin eşit ve saygın fertleridir. Bireysel farklılıklarımız zenginliğimizin ve gücümüzün göstergesidir. Ülkemiz hem yurt içindeki hem de yurt dışındaki vatandaşlarımızın hak ve hukukunu korumanın ve dünyadaki mazlumlarının sesi olmanın sorumluluğu ile hareket etmektedir. Özellikle son on beş yıllık süreçte ülkemizde insan haklarının iyileştirilmesi noktasında ciddi ilerlemeler kaydedilmiştir. Fakat kat edilen bu mesafe yeterli görülmemeli, bu kapsamda yürütülen çalışmalar daha da ileri seviyeye taşınarak, ulusal ve uluslararası düzeyde üstlenilen sorumluluklar güçlendirilmelidir.

Doğuştan gelen, evrensel, devredilemez ve vazgeçilemez temel hak ve hürriyetlerimizin korunması ve geliştirilmesi doğrultusunda tüm toplumlar ve bireyler çaba göstermekten vazgeçmemelidir. Bu düşüncelerle, 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü’nün milletimize ve tüm insanlığa barış, huzur ve adalet getirmesini temenni ediyorum.”

Yeneroğlu: “Görev süremiz boyunca insan haklarının gerçek savunucusu olarak çalışmaya özen gösterdik.”

AK Parti İstanbul Milletvekili Mustafa Yeneroğlu, TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanlığı görevini devretmesi dolayısıyla yaptığı açıklamada, “İki yıldır onurla yürüttüğüm TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanlığı görevimden bayrağı bir başka milletvekilimize devretmek üzere ayrılıyorum. Yeni Komisyon Başkanı ve üyelerimizi şimdiden tebrik ediyor, görevlerinde başarılar diliyorum.” dedi. Yeneroğlu açıklamasında şunları kaydetti:

“Komisyonumuz Kasım 2015’ten bu yana insan haklarını koruma olanaklarının artırılması, güçlendirilmesi ve hak ihlallerinin azaltılmasına yönelik önemli katkılar sağlamıştır. Aziz milletimizin bu zaman diliminde karşı karşıya kaldığı azgın terörün vahşeti ve tarihimizde eşi benzeri olmayan 15 Temmuz 2016 hain darbe girişimi karşısında; başta yaşam hakkı olmak üzere temel hakların ve demokratik kurumların korunması için ve kamu düzenini hedef alan yıkıcı faaliyetlere karşı yürütmenin uygulamalarına yönelik denetim görevini aralıksız ve yüksek hassasiyetle yerine getirmiştir. Darbe girişimi sonrası zorunlu olarak ilan edilen Olağanüstü Hal sürecinde bireysel hakların ihlal edilmemesi adına tüm gelişmeleri titizlikle takip etmiş ve çalışmalarını ‘insan hakkı ihlallerinin olmadığı bir Türkiye’ hedefiyle sürdürmüştür. Ayrıca etnik köken, dil, din ve dünya görüşü ayrımı yapmaksızın tüm vatandaşlarımızın kanun önünde eşit oldukları ve haklarının Anayasa ve diğer yasal düzenlemelerle güvence altına alınmış olunması bilinciyle kamuoyuna yansıyan konuların üzerinde kararlılıkla durmuştur.

Geride bıraktığımız iki yılda Komisyonumuza yapılan başvurular incelenmiş, ilgili kamu kurum ve kuruluşlarıyla görüşmeler yapılarak yerinde incelemeler gerçekleştirilmiş, raporlar hazırlanmış, meydana gelen hak ihlalleri tespit edilmiş, suç duyurularında bulunulmasının yanında gerekli önlemlerin alınmasına yönelik çalışmalar yürütülmüştür. Ayrıca kurulan alt komisyonlar ve heyetlerle hem yurt içinde hem de yurt dışında çalışmalar yapılmıştır. Komisyonumuza 26. Yasama Döneminden bu yana 9 bin 368 başvuru ulaşmıştır. Bu başvuruların 9 bin 262 adedi Komisyonumuzca işleme alınmış; geri kalanlar da en kısa sürede cevaplandırılmak üzere işleme alınmayı beklemektedir. Komisyon olarak yurt içi ve yurt dışındaki insan haklarıyla ilgili gelişmelere dair devamlı olarak kamuoyunu bilgilendiren ve insan hakları ihlallerine dikkat çeken basın açıklamaları yapılmış, insan hakları kuruluşları ile periyodik olarak bir araya gelmeye özen gösterilmiş, özellikle de farklı yaşam biçimlerine ve azınlık gruplarına yönelik zaman zaman yaşanan ötekileştirici medya diline tepki gösterilerek kamuoyu hassasiyetinin geliştirilmesine katkı sağlanmıştır. Aynı zamanda yurt dışında yaşayan vatandaşlarımıza yönelik konuların da üzerine gidilmiş, Komisyon üyelerimizle ve bireysel olarak yurt dışında düzenlenen etkinliklere katılım sağlayarak, ırkçılık ve ayrımcılıkla mücadeledeki kararlılığımız ortaya konmuştur.

Kasım 2015 tarihinde şahsıma tevdi edilen görevimi; insan haklarının gerçek savunucusu olma bilinciyle komisyon üyelerimiz ve tüm çalışanlarımızla beraber yerine getirmeye çalıştım. İki yıldır onurla yürüttüğüm TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanlığı görevimden bayrağı bir başka milletvekilimize devretmek üzere ayrılıyorum. 26. Yasama Dönemi 3. Yasama Yılında Başkanlık görevini devralacak her bir milletvekilimizin bu görevi layıkıyla yerine getireceğine inanıyorum. Yeni Komisyon Başkanı ve üyelerimizi şimdiden tebrik ediyor, görevlerinde başarılar diliyorum.

Çalışmalarımıza yaptıkları değerli katkılardan dolayı Cumhurbaşkanımıza, TBMM Başkanımıza, Başbakanımıza, Grup Başkanvekillerimize, Milletvekillerimize, Komisyon üyelerimize, uzmanlarımıza, diğer tüm çalışanlarımıza ve emeği geçen herkese ayrıca çalışmalarımızı kamuoyuna duyuran medya mensuplarına teşekkür ediyorum.”

“38 yaş üzeri vatandaşlarımız için dövizle askerlik son başvuru tarihi 31 Aralık 2017”

AK Parti İstanbul Milletvekili ve TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Mustafa Yeneroğlu, 38 yaşını aşan ve dövizle askerlikten faydalanmak isteyen yurt dışındaki vatandaşlarımıza çağrıda bulunarak, “Bu durumdaki vatandaşlarımız için son başvuru tarihi 31 Aralık 2017’dir. Askerlikle yükümlü olup da şu ana kadar başvuruda bulunmayan 38 yaşının üzerindeki vatandaşlarımıza ivedilikle başvurularını yapmaları gerektiğini hatırlatmak isterim.” dedi. Yeneroğlu şunları kaydetti:

“Geçen yıl Ocak ayında Askerlik Kanunu’nda yapılan bir düzenlemeyle dövizle askerlik bedeli 6 bin Avro’dan bin Avro’ya düşürülmüştü. Aynı düzenleme çerçevesinde 38 yaşından büyük, askerlikle yükümlü olan vatandaşlarımız için de kolaylık yapılmıştı. Böylelikle 38 yaş üzeri vatandaşlarımız da yeni düzenlemeden 2 yıl süreyle faydalanma imkanına kavuşmuştu. Askerlik sorunu nedeniyle yıllardır Türkiye’ye gelemedikleri için anavatan ile olan sosyal bağları adeta kopma noktasına gelen bu vatandaşlarımızın, 31 Aralık 2017 tarihine kadar bin Avro ödemeleri halinde, askerlik hizmetini yerine getirmiş sayılacakları karara bağlanmıştı.

Bu kapsamda yer alan yurt dışındaki yükümlüler için kanunen öngörülen süre 31 Aralık 2017 tarihinde sona erecektir. Henüz bu imkândan faydalanmamış ilgili vatandaşlarımızın ivedilikle başkonsolosluğumuza giderek başvuru yapması gerekmektedir. Aynı zamanda 1979 doğumlu vatandaşlarımız da mağduriyet yaşamamak için yıl sonuna kadar başvuru yapmak durumundadır. Bu noktada vatandaşlarımızın yoğun olarak yaşadığı ülkelerdeki yerel Türk medya kuruluşlarının konuyla ilgili haberlere yer vermesi insanlarımızın bilgilendirilmesi açısından faydalı olacaktır.

Ayrıca zamanında başvuru yapmayarak dövizle askerlik imkanından faydalanamayan ve bu nedenle askerlik yapma durumunda olan 1978 doğumlularla ilgili sorunun da çözüme kavuşturulması gündemimizde yer almaktadır.”

I welcome the restitution of a plot of Mor Gabriel Monastery

Mustafa Yeneroğlu, Member of Turkish Parliament and the Chairman of the Parliament’s Human Rights Investigation Committee, commented on the restitution of property rights on the Syriac Orhodox Monastery Mor Gabriel to the Aramaen community in Turkey. Yeneroğlu stated: ‘‘I welcome the restitution of the cemetery to the Aramean community in Turkey. I also observe in wonderment that this pleasant news was not even worth to be announced marginally in the international media, whereas we have seen before that the mistaken expropriation was extensively disseminated in the news. He further added:

’’After it was now assessed that the expropriation was mistakenly administered, it was decided that the restitution of the property rights to the Christian community will take place as soon as possible. I am glad to hear such news. The juridical expropriation, which was de facto not enforced, should have never been effected in the first place. Thus, justice in favour of the Aramean minority in Turkey will be restored. All parties involved were aware of the fact that the conveyance, mistaken for expropriation, was falsely administered and the original state had to be restored, as it is henceforth the case.
Since centuries, Turkey counts as a living space and centre for diverse cultures, languages and world ideologies. Turkish people and the Turkish Republic are well aware of this historical heritage and very proud to be home to such diversity. The Justice and Development Party (Ak Parti) government has always strived for the maintenance of this heritage. In support of this dozens of ancient churches and monasteries in Turkey have been restored and re-activated by the state.

However, I observe in wonderment that the restitution of the cemetery to the Mor Gabriel Monastery was not addressed in the international media, whereas the mistaken juridical registration of a plot of the monastery in the Summer of 2017 was extensively disseminated in the news; the feuilleton sections were full of – partly justified – criticism. As a result, the impression that Turkey is only covered in the media when it comes to bad news, is reinforced.

Moreover, the good relations between the Ak Parti government and religious minorities are barely thematised. The Archbishop Aram Ateşyan, General Vicar of the Armenian Patriarch of Turkey, has stated just a few days ago that minorities in Turkey have good reason to be happy since the Ak Parti government came into power and that they have never received state support to this extent before.“

Background: The Syriac Orthodox Monastery Mor Gabriel in the south-eastern province Mardin at the Turkish-Syrian border is one of the oldest monasteries of the world. After its establishment in the year 397, it soon gained importance; in the 6th century already 1.000 local as well as Coptic monks were living there. Nowadays, Mor Gabriel counts as the spiritual centre of Christians living in Turkey. On the basis of an enacted territorial reform immovables, land and cemeteries of the Aramean community were formally transferred to the Turkish Treasury as prescribed by Turkish law. These were then conveyed to the Presidency of Religious Affairs (Diyanet) and subsequently to the Directorate General of Foundations that is responsible for the administration of goods belonging to religious minorities.

“Kadına yönelik şiddet ve şiddeti meşrulaştıran söylemler, insan onurunu zedeleyen bir harekettir.”

AK Parti İstanbul Milletvekili ve TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Mustafa Yeneroğlu 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü kapsamında, “Kadına yönelik şiddet, insan onurunu zedeleyen toplumsal bir sorundur. ‘Kadına şiddet uygulaması anlaşılır erkek’ tasviri de sorunun ne kadar büyük olduğunu gösterir. Nitekim CHP Genel Başkanı Sayın Kılıçdaroğlu’nun yaklaşımı da bunu göstermektedir.” dedi. Yeneroğlu açıklamasında şunları kaydetti:

“Kadına yönelik şiddet, insan onurunu yaralayan toplumsal bir sorundur. Özellikle de yaşam hakkını tehdit edici boyutlara ulaşması utanç vericidir. Coğrafya, ekonomik gelişmişlik ve öğrenim seviyesi fark etmeksizin tüm ülke ve kültürlerde meydana gelmesi ise sorunun küresel çapta irdelenmesi gerektiğini gösteriyor. Bu kapsamda 25 Kasım’da dünya genelinde kutlanan ‘Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’ soruna ilişkin farkındalık oluşturmak ve çözümler üretmek için imkân sunuyor.

Kadına yönelik şiddet yaşam hakkını tehdit eden, temel bir insan hakkı ihlalidir. Sadece aile birliğini zedelemekle kalmayıp topluma ciddi manada zarar vermektedir. Kadına şiddetle mücadelede öncelikle şiddet eyleminin ortaya çıktığı maddi ve psikolojik şartların irdelenmesi şarttır. Nitekim, CHP Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun yaklaşımı da bunu göstermektedir. Kılıçdaroğlu “Erkek işsizse, eve yeteri kadar para gelmiyorsa bu erkek de hıncını gelir karısından alır.” diyerek aslında kadına yönelik şiddeti meşru bir zemine taşımıştır. Bu açıklamalar erkek tasvirindeki sorunu da ortaya koymaktadır. ‘Hayatın sorunlarıyla baş edemeyen erkeğin kadına şiddet uygulaması anlaşılır’ şeklindeki erkek tasviri ürkütücü bir yaklaşımdır. Şiddetin hiçbir gerekçesi olamaz, hele işsiz bir erkeğin eşine şiddet göstermesini normal karşılamak asla kabul edilemez. Bu noktada erkeğin kişiliğinin ve kadına ilişkin algısının kültürel çerçevede şekillendiğini göz önünde bulundurmak gerekir. Eğitim ve sosyalleşme sürecinde bu faktörlerin ‘saygı’ çerçevesinde gelişmesi, şiddete götüren sebepleri bertaraf edici temel unsurdur.

İstatistiklere göre ülkemizin nüfusunun yüzde 49,8’ini kadınlar oluşturuyor. Ülkemizdeki her 10 kadından 4’ünün şiddete maruz kalması, kadınlarımızın içinde bulunduğu acı durumu gösteriyor. Bu noktada kadına yönelik şiddetle mücadelede 7/24 çalışan Şiddet Önleme ve İzleme Merkezleri hayati bir görevi ifa ediyor. Ayrıca 64 ilimizde bulunan bu merkezlerin gelecekte 81 ilde yaygınlaştırılması hedefleniyor. Öte yandan son 15 yılda AK Parti hükümetlerince ortaya konulan politikalar kadınların sosyal, ekonomik, siyaset ve iş dünyasındaki konumlarını güçlendirmiştir. Okullaşma, istihdama katılım ve kadın milletvekili oranı artmıştır. TÜİK (Türkiye İstatistik Kurumu) 2017 verilerine göre; kadınların işgücüne katılımı bir önceki yıla kıyasla 1,2 puan artarak yüzde 34,3’e yükselmiştir. Ayrıca ölüm tehlikesiyle karşı karşıya kalan 1,5 milyon Suriyeli kadına ev sahipliği yapmamızda ülkemiz adına gurur verici bir durumdur.

Kadına yönelik şiddetin kayıtsız ve şartsız reddedildiği bir toplumsal gerçeklik temennisiyle ülkemin ve dünyanın bütün kadınlarını saygıyla selamlıyor, verdikleri tüm emekler için şükranlarımı sunuyorum.”

“Göç ve diaspora alanlarındaki araştırmaların artırılması elzemdir.”

AK Parti İstanbul Milletvekili ve TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Mustafa Yeneroğlu Selçuk Üniversitesi Uluslararası Göç ve Diaspora Uygulama ve Araştırma Merkezi’nin kurulmasıyla ilgili, “Göç ve diaspora alanında araştırmaya değer onlarca konu bulunmaktadır. Selçuk Üniversitesi’nde geliştirilmesi planlanan Uluslararası Göç ve Diaspora Uygulama ve Araştırma Merkezi bu alanlardaki akademik çalışmaların zenginleşmesine katkıda bulunacaktır.” dedi. Yeneroğlu şunları kaydetti:

“Ülkemizde bulunan 5 milyon civarındaki göçmen ve mülteciyle, yurt dışında yaşayan 6 milyona yakın insanımız kamu kurumlarımızın ve sivil toplum kuruluşlarımızın doğrudan ilgilendiği iki alandır. Her iki kesimle ilgili ekonomik, siyasi, hukuki, toplumsal katılım ve yerleşme gibi konularda çalışmalar yapmak toplumun menfaati için bir zarurettir. Bu çalışmaları yaparken göçmenler ve diasporanın farklı boyutlarıyla ilgili daha fazla akademik araştırmalara ihtiyaç olduğu ortadadır. Tam da bu noktada üniversitelerimizde ve araştırma merkezlerimizde, göç ve diaspora alanlarında yürütülen araştırmaların artırılması elzemdir.

Bu çerçevede Selçuk Üniversitesi’nde geliştirilmesi planlanan Uluslararası Göç ve Diaspora Uygulama ve Araştırma Merkezi ile ülkemizde bu alanda var olan araştırma kurumlarına yeni bir yapının dâhil olması, akademik çalışmaların zenginleşmesi açısından fayda sağlayacaktır. Bölgesel, ulusal ve uluslararası çapta yapılacak bilimsel araştırmalarla; kamu kurumları, medya ve STK’ların ihtiyacı olan bilgiler ortaya konulacaktır.

Özellikle yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızla ilgili araştırmaya değer onlarca konu bulunmaktadır. Almanya, Fransa, Avusturya, Hollanda, Belçika, İngiltere, İtalya, ABD, Kanada ve Avustralya’da vatandaşlarımızı doğrudan etkileyen gelişmeler cereyan etmektedir. Yurt dışındaki vatandaşlarımızın anavatan ile olan aidiyetleri, kimlik tanımlamaları, Türkçe’yi kullanma düzeyi ve mavi kart gibi meseleler de doğrudan ülkemizi ilgilendirmektedir. Öte yandan ülkemizin bir göç ülkesi olduğu ve dünyadaki göç hareketlerinin merkezinde olmaya devam edeceği gerçeği de göz ardı edilmemelidir. Dolayısıyla göç ve diaspora alanındaki araştırma merkezlerinin tüm bu konularda araştırma projeleriyle kalıcı çözüm önerileri geliştirmeleri kamu yararına olacaktır. Bu bağlamda Selçuk Üniversitesi’nde Uluslararası Göç ve Diaspora Uygulama ve Araştırma Merkezi’nin kurulmasında emeği geçenleri tebrik ediyorum.”