Çağlar

Verurteilung einzelner PKK-Funktionäre wichtig, jedoch nicht ausreichend

“Wir nehmen zur Kenntnis, dass vereinzelt PKK-Mitglieder zur Rechenschaft gezogen und bestraft werden. Deutschland ist allerdings zu viel mehr imstande und kann seine Anstrengungen noch deutlich steigern”, erklärt Mustafa Yeneroğlu (AK Partei), Vorsitzender des Menschenrechtsausschusses der Großen Nationalversammlung der Türkei, anlässlich der Verurteilung eines ehemaligen leitenden Mitglieds der verbotenen Terrororganisation PKK in Deutschland vor dem Oberlandesgericht Düsseldorf zu einer dreijährigen Haftstrafe. Yeneroğlu weiter:

“Wie auch dieser Fall belegt, nutzt die Terrororganisation PKK Deutschland nach wie vor als Rückzugs-, Rekrutierungs- und Finanzierungsraum. Dem 52-jährigen Verurteilten wurde nachgewiesen, die propagandistischen, organisatorischen und personellen Angelegenheiten der PKK in mehreren deutschen Großstädten koordiniert zu haben, darunter Duisburg, Bonn, Köln, Bielefeld, Essen, Bochum, Dortmund und Düsseldorf. Genau dieser Tätigkeit gehen deutschlandweit hunderte PKK-Funktionäre nach. Trotz Beobachtung all dieser Personen durch Sicherheitsbehörden kommen fast alle ungeschoren davon. Strafverfolgungen sind selten. Strafen, wenn mal eine Verurteilung folgt, sind so unangemessen klein, dass in den meisten Fällen von einer Abschreckung nicht gesprochen werden kann.

Deshalb bewegen sich Funktionäre, Mitglieder und Sympathisanten weitestgehend sorglos und agieren für die Zwecke der Terrororganisation. Ob es die Rekrutierung Jugendlicher für den Terror ist oder Propaganda auf öffentlichen Plätzen bzw. vermeintliche Informations- und Kulturveranstaltungen an deutschen Hochschulen: Im Ergebnis geht es ihnen darum, die Verbrechen der PKK zu relativieren, sich als Friedensverein darzustellen, Terroristen zu heroisieren und um Unterstützung zu werben.

Wir nehmen zur Kenntnis, dass hin und wieder einzelne Funktionäre zur Rechenschaft gezogen und verurteilt werden. Skandalös ist es nach wie vor, dass die Funktionäre, wenn sie mal verurteilt werden, in den Entscheidungsgründen immer wieder fast entschuldigt werden. So sind auch im vorliegenden Fall die Ausführungen bei der Strafzumessung bezeichnend. Beispielsweise hält das Gericht dem Verurteilten zugute, dass er sich für das kurdische Volk eingesetzt habe. Dies zeugt von Unkenntnis der tatsächlichen Lage der kurdischen Bevölkerung in der Türkei. Denn sie sind es, die am meisten leiden unter dem PKK-Terror. Kinder und Jugendliche werden von den Familien entrissen und zu Selbstmordattentätern gemacht, unschuldige Zivilisten werden als Schutzschilde missbraucht, wer keine Zwangsabgabe leistet wird mit dem Tod bestraft und Vieles mehr.

Das Gericht hätte sich die Frage stellen sollen, ob sie den vermeintlichen Kampf für das kurdische Volk auch dann berücksichtigt hätte, wenn sich der PKK-Terror mit seiner vollen Wucht und unzähligen Toten gegen Deutschland gerichtet hätte. Ich bin mir sehr sicher, dass es zu einer anderen Beurteilung gekommen wäre.”

Yeneroğlu: “Yurt dışındaki vatandaşlarımız istedikleri temsilcilikte oy kullanabilecek.”

Yüksek Seçim Kurulu (YSK) yurt dışı seçmen kütüğüne kayıtlı seçmenlerin, oy verme günlerinde bulundukları yerlerdeki temsilciliklerde de oy kullanabileceğine karar verdi. AK Parti İstanbul Milletvekili ve TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Mustafa Yeneroğlu kararı, “Yurt dışındaki seçmenler için önemli bir kolaylık sağlanmıştır. Artık yurt dışındaki vatandaşlarımız; farklı bir konsoloslukta kayıtlı olmalarına rağmen, o an kendilerine en yakın buldukları temsilcilikte oy verebilecek.” sözleriyle değerlendirdi.

Yeneroğlu açıklamasında, “Yurt dışındaki seçmenler bugüne kadar sadece bağlı oldukları temsilciliklerde oy kullanabildi. Bu nedenle belki de on binlerce kişinin iradesi, sandığa yansımadı. Ayrıca yine on binlerce vatandaşımız da, bulundukları yerlere daha yakın temsilcilik olmasına rağmen, kayıtlı oldukları konsolosluklara gitmek zorunda kaldı. YSK attığı bu adımla, yurt dışındaki seçmenler için önemli bir kolaylık sağlamıştır.

Şikâyetlere kulak veren YSK’nın yeni uygulaması ile artık yurt dışındaki vatandaşlarımız; farklı bir konsoloslukta kayıtlı olmalarına rağmen, o an bulundukları yerdeki temsilcilikte oy kullanabilecektir. Örneğin Malmö’deki bir seçmen 600 km ötedeki Stockholm’a gitmek zorunda kalmayacak, 40 km mesafedeki Kopenhag’da oyunu kullanabilecek. Benzer durumlar özellikle sınır bölgelerde yaşayan vatandaşlarımız için geçerlidir.

Öte yandan oy kullanmak için yurt dışı seçmen kütüğüne kayıtlı olmak şarttır. Yaklaşan anayasa değişikliğiyle ilgili halk oylaması göz önünde bulundurulduğunda vatandaşlarımızın adres kaydı için gerekli işlemleri yapması gerekmektedir. Ayrıca YSK tarafından ilan edilecek yurt dışı seçmen kütüğünde de gerekli kontrolün yapılması önem arz etmektedir.” dedi.

„Wir müssen uns gegen die Sprache des Hasses auflehnen“

40 Jahre habe ich als Angehöriger einer Minderheit in Deutschland gelebt. Als Muslim habe ich hautnah erlebt, wie verletzend und aufreibend es ist, wenn der Islam und die Muslime pauschal als potentielle Bedrohung abgestempelt werden und Pluralität problematisiert, ja sogar von einem stetig wachsenden Teil der Bevölkerung als Gefahr betrachtet wird. Und ich weiß,wie eine ausgrenzende Rhetorik als Mittel der Identitätsstiftung auf dem Rücken von Minderheiten den gesellschaftlichen Frieden und Zusammenhalt gefährdet.

Weiterlesen…

Yeneroğlu: “CHP yurt dışındaki vatandaşlarımızın oy kullanma hakkını gaspetme çabasındadır!”

AK Parti İstanbul Milletvekili ve TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Mustafa Yeneroğlu CHP’nin yurt dışındaki seçmenlerle ilgili yapılan son yasa değişikliğiyle ilgili olumsuz yaklaşımını “CHP yurt dışındaki vatandaşlarımızı ciddiye almadığı gibi en temel demokratik hak olan vatandaşın siyasal katılımını engellemeye çalışmaktadır. Başta kendi seçmenleri olmak üzere yurt dışında yaşayan 3 milyon seçmenimize bu olumsuz tutumunu izah etmekle sorumludur.” sözleriyle eleştirdi. Yeneroğlu açıklamasında şunları ifade etti:

“Cumhuriyet Halk Partisi’nin, AK Parti’nin yurtdışında adres kaydı olmayan 1 milyon seçmenin referandumda oy kullanabilmesi için getirdiği KHK düzenlemesini Yüksek Seçim Kurulu’na taşıması ve vatandaşlarımızın referandumda oy kullanmaması için çaba sarf etmesini hayret ve esefle takip ediyoruz. CHP’nin bu girişimleri kendi iddialarıyla ne kadar çeliştiğini ortaya koymaktadır. Yurt dışı seçmenlerin siyasal katılımını artırıcı adımlar partiler üstü ortak bir meseledir. Vatandaşlarımızın tamamının oy kullanabilmesi siyasi bir lütuf değil en temel demokratik haktır. Bu hakkın kullanılmasını gaspetme girişimi demokrasi adına tam bir talihsizliktir.

Görünen o ki, yeni uygulamanın ülkemiz için tarihi bir değeri olan anayasa değişikliği referandumu için de geçerli olması hazmedilememiştir. Sandık güvenliği ya da mükerrer oy gibi afaki tartışmaların gündeme getirilmesi yersiz bir uğraştır. CHP başta kendi seçmenleri olmak üzere yurt dışında yaşayan 6 milyon vatandaşımıza bu tutumunu ve demokrasi anlayışını izah etmekle sorumludur.

Siyasi katılımı artırmak hiçbir siyasi partinin tekeline ve çıkarlarına ilişkin bir konu değildir. Siyasi partiler, yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın da aynı yurt içindekiler gibi kolay bir şekilde oy kullanabilmesi için gerekli çabayı göstermekle mükelleftir. Söz konusu değişikliğin getirdiği kolaylığın bu bilinçle okunması beklenir.

Her siyasi partinin yurt dışı seçmenler nezdinde argümanlarını seçmenleriyle paylaşması demokrasi kültürünün gelişmesine katkıda bulunacaktır. Üzerinde durulması gereken asıl nokta, siyasi partilerimizin yurt dışındaki vatandaşlarımızla olan iletişimini artırmasıdır. Diasporamız hakkında farkındalığın artırılması yurt dışındaki Türk toplumunu ilgilendiren konuların TBMM bünyesinde daha fazla gündeme gelmesini sağlayacaktır.”

Yeneroğlu: “AİHM’in karma yüzme dersi kararı entegrasyonu din özgürlüğünün önüne çekmektedir.”

TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı AK Parti Milletvekili Mustafa Yeneroğlu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Müslüman kızların karma yüzme dersine katılımıyla ilgili verdiği kararı eleştirdi. “AİHM kararı, son yıllarda sağ popülizm ve terör atmosferinde Avrupa’da özellikle Müslümanlar bağlamında gelişen, entegrasyonu anayasal bir değermiş gibi görüp onu din özgürlüğü ile mukayese edebilen ve hatta bazen de önceleyen bir yaklaşıma onay vermektedir.” diyen Yeneroğlu sözlerini şöyle sürdürdü:

“İsviçre’de Müslüman iki aile dini inançlarına aykırı olduğu gerekçesiyle kızlarını zorunlu karışık yüzme dersine göndermeyi reddetti ve bunun karşılığında para cezasına çarptırıldılar. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bugün davalıların dini inançlarını sergileme hakkının ihlal edildiğini, bunun din özgürlüğüne müdahale olduğunu, ancak müdahalenin yasalar tarafından öngörülüp meşru bir amaca dayandığını belirterek ihlal iddiasını reddetti.

Mahkeme gerekçe olarak zorunlu karma yüzme dersinin toplumsal entegrasyon sürecinde okullaşmanın bir parçası olduğunu, yüzme öğrenmekten daha ziyade amacın diğer öğrencilerle birlikte bu etkinliğe katılmak olduğunu vurguladı. Mahkeme din özgürlüğü ihlalinin etkisini azaltmak adına burkini giyilmesine izin verildiğini, hatta kız öğrencilerin erkek öğrenciler önünde soyunmaması için önlem alındığını ifade etti.

Karar çok ciddi bir sorunu ortaya koymaktadır: AİHM bu kararıyla yasal bir çerçeve içerisinde anlamı ve sınırları belirlenmemiş ‘entegrasyon’u din özgürlüğü gibi anayasal bir değere tercih etmiştir. 90’lı yıllarda Batı Avrupa ülkelerinde din özgürlüğü ile ilgili verilen özgürlükçü kararların aksine son on yılda İslam ve Müslümanlarla ilgili değişen toplumsal algı ve İslam düşmanlığı ulusal düzeyde anayasa mahkemelerinin içtihadını da değiştirmektedir. Bu durum din özgürlüğü sınırlarının tartışılmasına, hatta önceki kararların aksine yeniden çizilip kısıtlanmasına yol açmaktadır.

Bu açıdan değerlendirildiğinde söz konusu AİHM kararı son yıllarda sıkça şahit olunan, belirsiz bir entegrasyon politikası adına Müslümanların dinî özgürlüklerini kısıtlamaya yönelik gelişmeleri destekler niteliktedir. Batı Avrupa ülkelerinin birçoğunda pedagojik gerekçelerin yanında kız çocuklarının gelişimi gerekçesiyle yüzme dersi kız-erkek ayrı verilirken Müslümanlar bağlamında yapılan tartışmada hegemonyal bir yaklaşım öne çıkmakta, entegrasyon öne sürülerek yüzme dersi üzerinden sembolik bir tartışma yürütülmektedir. Böylece bir yaşam biçimi dayatılmakta, bu da akla şu soruları getirmektedir: Devletler, velilerin anayasa tarafından garanti altına alınmış çocuklarını yetiştirme haklarına müdahale etme ve çocuklarının dinî eğitimiyle alakalı bir konuda veliler adına karar alma yetkisine sahip midir? Yine devletler, bir öğrencinin makul bir şekilde ortaya konan vicdan çatışmasını, toplumsal algılara ters düştüğü gerekçesiyle bir kenara atabilir mi? Eğitim ve koruma konusundaki yükümlülüklerinden hareketle velilerin çocuklarını ne derece dindar yetiştirebileceklerini belirleyen bir devlet Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin ve ilgili ülkelerin anayasalarının şiddetle reddettiği ideolojik bir devlet hâlini almaz mı? Devlet belli bir yaşam tarzını, ideal yaşam tarzı olarak öne sürebilir mi?

Verilen kararda temel hakların değil; İslam’a yönelik ideolojik ve kültürel dayanaklı söylemlerin etkili olduğu açıktır. Hâkimlerin burkini olarak adlandırılan giysiyle istemeyerek yüzme dersine katılmanın, öğrenciler üzerinde yol açabileceği psikolojik tahribat hakkında kafa yormamış olmaları da bu açıdan şaşırtıcı değildir.”

Yeneroğlu: “Yurt dışı seçmen kütüğüyle ilgili yeni düzenleme önemli bir adım!”

AK Parti İstanbul Milletvekili ve TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Mustafa Yeneroğlu yurt dışındaki seçmenlerle ilgili 680 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile yapılan yeni düzenleme hakkında, “Yeni dönemde yurt dışı seçmen kütüklerinin oluşturulmasında vatandaşın yaşadığı ülke adres verisi ya da temsilcilik bilgisi esas alınacaktır. Böylelikle yurt dışındaki yüzbinlerce seçmenin oy kullanmasının önündeki engel kaldırılmıştır. Atılan bu adım toplumun her kesimi adına sevindirici bir gelişmedir.” açıklamasında bulundu. Yeneroğlu şunları kaydetti:

“AK Parti hükûmetleri, yurt dışındaki vatandaşlarımızın bulundukları ülkelerde oy kullanabilmesinin önündeki engelleri kaldırmak için gerekli yapısal iyileştirmeleri gerçekleştirmiştir. Ortaya konulan hizmet yurt dışında yaşayan her bir vatandaşımızın siyasi iradesini yansıtması açısından önemlidir.

680 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın oy kullanmalarına ilişkin yeni bir düzenleme yapılmıştır. Seçim kanununda yurt dışı seçmen kütüğünün 30 Aralık 2016 tarihine kadar kimlik numarası ya da mevcut bilgiler esas alınarak oluşturulması öngörülmekteydi. Buna göre yurt dışındaki vatandaşlarımız bundan sonraki seçimlerde yalnızca adres kayıt sisteminde yer alan bilgilere göre oy kullanabilecekti. Bu durumda yurt dışında adres kayıt sistemine kayıtlı olmayan yaklaşık 1.6 milyon seçmen seçimlerde oy kullanamama sorunuyla karşı karşıya kalmıştır. Yasal bir sorun nedeniyle yüzbinlerce insanımızın siyasi tercihlerini sandığa yansıtamaması demokrasi adına büyük bir kayıp olacaktı.

Yapılan yeni düzenleme bu sorunu gidermektedir. Nüfus Hizmetleri Kanununda yapılan değişiklikle yurt dışındaki Türk vatandaşlarının adres kayıtlarının yaşadıkları “ülkedeki adres kayıtlarına ya da bağlı oldukları temsilcilik bilgilerine” göre tutulacağı belirtilmiştir. Dolayısıyla adres kayıt sistemine dâhil olmayan vatandaşlarımızın oy kullanma haklarının kaybedilmesinin önüne geçilmiştir. Yeni uygulama 2017 yılı içerisinde yapılacak referandum için de geçerli olacaktır.

Yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın ülkemizin geleceğini belirleyen referandum ve seçimlere katılımlarını artırmak için atılan bu adım toplumun her kesimi adına sevindirici bir gelişmedir. Bu doğrultuda yurtdışındaki seçmenlerin siyasi tercihlerini önceki seçimlerden daha fazla sandığa yansıtacaklarını ümit ediyorum. Özellikle de ülkemizin geleceğini belirleyecek Anayasa değişikliği konusunda daha etkin olmak önemli bir vatandaşlık sorumluluğudur.”

Farklılıkları ortak zenginlik olarak görmedikçe yol almak mümkün değil [Hürriyet Söyleşi]

Hürriyet gazetesi ile bir söyleşi gerçekleştiren TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Mustafa Yeneroğlu, kin ve nefret kültürünü besleyen söylemlerin barındırdığı tehdit çerçevesinde toplumsal birliktelik üzerine açıklamalarda bulundu.

Reina saldırısının ardından sosyal medyada kurbanlara yönelik kabul edilemez ifadeler kullanıldı…

– Bunlar tabii çok ürkütücü şeyler. Ben Batı ülkelerinde Müslüman olarak ötekileştirmeye maruz kalmış bir insan olarak buna şiddetli bir biçimde karşı çıkmamız gerektiğini söylüyorum. Ben hayatımda yılbaşı kutlamadım. Ama yılbaşını kutlamak isteyenlerin engellenmesine ilk başta ben karşı çıkarım. Mesela ezana karşı çıkanlar da var. Farklılıkları ortak zenginlik olarak kabul etmediğimiz sürece yol almak mümkün değil.

Söyleşinin tamamını okumak için lütfen tıklayınız.

PKK-Terrorpropaganda in Berlin stoppen!

“Ableger der Terrororganisation PKK betreiben Propaganda und rekrutieren an der staatlichen TU Berlin. Der Bundesjustiz- und der Bundesinnenminister sind aufgefordert, diesem Treiben unverzüglich ein Ende zu setzen und der gegenüber der Türkei wiederholt bekundeten verbalen Solidarität im Kampf gegen den Terror endlich auch Taten folgen zu lassen”, erklärt Mustafa Yeneroğlu (AK Partei), Vorsitzender des Menschenrechtsausschusses der Großen Nationalversammlung der Türkei. Yeneroğlu weiter:

“Leider überrascht es nicht, dass auch in den Verfassungsschutzberichten ausgewiesene Ableger der verbotenen Terrororganisation PKK an der Technischen Universität Berlin offen und unverhohlen Werbung für die PKK machen dürfen. Unter dem Titel “Widerstand heißt leben’”hängen Plakate an den Wänden der Hochschule, auf denen tanzende PKK-Terroristen in Kampfuniformen abgebildet sind.

Die Veranstalter laden zu Filmvorführungen und Vorträgen auf, bei denen die PKK und ihre Gründungsmitglieder verharmlost und sogar glorifiziert werden. Das ist Terrorpropaganda erster Klasse und aktive Rekrutierungsarbeit an einer staatlichen deutschen Hochschule.

Ein Blick in die Jahresberichte und Themenhefte des Bundesamtes für Verfassungsschutz offenbart, dass die PKK Deutschland und Europa als Finanzierungs-, Rückzugs- und Rekrutierungsraum nutzt. Dennoch bleibt der öffentliche Aufschrei über eine derart ungeniert und frei agierende Terrororganisation nach wie vor aus. Offenbar haben die Organisatoren in Deutschland nichts zu befürchten, obwohl sie mit ihrer Propaganda eine Terrororganisation unterstützen und mithin Straftaten begehen.

Bundesjustizminister Heiko Maaß und Bundesinnenminister Thomas de Maizière sind aufgerufen, dieses Treiben, auch im Hinblick auf die innere Sicherheit Deutschlands, mit allen Mitteln des Rechtsstaats zu verfolgen und unverzüglich zu unterbinden. Die Unterstützung von Terrororganisationen durch Propaganda, sowie durch Rekrutierung von Personen ist verboten und darf nicht toleriert werden. Schließlich ist auch die betroffene Hochschulleitung aufgefordert, diesen Sachverhalt aufzuklären und Vorkehrungen zu treffen, damit Studenten auf dem Universitätscampus in Zukunft von Terrorpropaganda verschont bleiben.

Die PKK ist kein harmloser Kulturverein, sondern hat mehrere zehntausende Menschen ermordet. Finanziert mit Erlösen aus Schuldgelderpressungen, Waffen- und Drogengeschäften verübt sie weiterhin Bombenanschläge und reißt Sicherheitskräfte und Zivilisten in den Tod, fast täglich.

Deutschland ist für die Türkei ein wichtiger Verbündeter und NATO-Partner. Von Verbündeten erwartet die Türkei, dass sie im Kampf gegen den Terror aktiv Unterstützung leisten und der regelmäßig erklärten verbalen Solidarität, auch aus Respekt vor den Opfern des PKK-Terrors, nunmehr konkrete Taten folgen lassen.”

Berlin’deki PKK terör propagandasına derhâl son verilmeli!

TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı AK Parti Milletvekili Mustafa Yeneroğlu Berlin Teknik Üniversitesi’nde gerçekleştirilen PKK terör propagandası münasebetiyle bir açıklama yaptı. “PKK terör örgütünün uzantıları Berlin Teknik Üniversitesi’nde terör propagandası yapmakta ve örgüte militan toplamaktalar. Federal Adalet Bakanı ve İçişleri Bakanı buna derhâl müdahale etmelidir. Terörle mücadelede Türkiye ile dayanışma sözlerinin artık somut gereklerinin ortaya koyulması gerekmektedir.” diyen Yeneroğlu sözlerini şöyle sürdürdü:

“Anayasayı Koruma Dairesi raporlarında da terör örgütü PKK’nın uzantıları olduğu ifade edilen yapılanmaların Berlin Teknik Üniversitesi’nde açık bir şekilde PKK propagandası yapıyor olması ne yazık ki artık bizleri şaşırtmıyor. Üzerinde ‘Direniş hayat demektir.’ yazılı olan, PKK teröristlerinin militan üniformalarıyla resimlerinin bulunduğu afişler üniversitenin duvarında asılı durmaktadır.

Organizatörler bu afişlerle PKK ve örgütün kurucu üyelerinin zararsız olarak sunulduğu, hatta kahramanlaştırıldığı film ve konferanslara insanları davet etmektedirler. Bu apaçık bir terör propagandası ve terör örgütüne militan temin etme çalışmasıdır; üstelik bir devlet üniversitesinde!

Federal Anayasayı Koruma Dairesi’nin yıllık olarak yayımladığı raporlarda PKK’nın Almanya ve Avrupa’yı geri çekilme, militan toplama ve finansal kaynak sağlama yeri olarak kullandığı ifade edilmektedir. Bu gerçeğe rağmen, bir terör örgütünün bu kadar pişkince ve açık bir şekilde faaliyetlerini sürdürebiliyor oluşuna kamuoyunda hiçbir tepki verilmemektedir. Böyle bir organizasyonu düzenleyen kişilerin yaptıkları bu faaliyet ile bir terör örgütünü destekledikleri ve dolayısıyla suç işledikleri ortadayken, Almanya’da bundan dolayı cezaya çarptırılacaklarına dair hiçbir endişelerinin olmadığı anlaşılmaktadır.

Federal Adalet Bakanı Heiko Maaß ve İçişleri Bakanı Thomas de Maizière hukuk devletinin gerekliliklerini yerine getirerek bu faaliyetlere derhâl engel olmalıdır. Bunu aynı zamanda Almanya’nın da iç güvenliği için yapmak durumundadırlar. Terör örgütlerinin propagandasının yapılması, terör örgütlerine militan toplanması yasaktır ve buna hiçbir şekilde müsamaha gösterilemez. Ayrıca Berlin Teknik Üniversitesi yönetimi bu duruma bir açıklık getirmeli ve üniversitede okuyan öğrencilerin gelecekte tekrardan terör propagandasına maruz kalmalarının engellenmesi adına gerekli önlemleri almalıdır.

PKK zararsız bir kültür derneği değil, on binlerce insanı katletmiş bir terör örgütüdür. Topladıkları haraçlarla, silah ve uyuşturucu ticareti ile kendini finanse etmekte, hemen her gün bombalı saldırılar düzenleyerek güvenlik güçlerini ve sivil halkı hedef almaktadır.

Almanya Türkiye için önemli bir müttefik ve NATO partneridir. Türkiye terörle mücadelesinde müttefiklerinden aktif destek beklemektedir. Sözlü olarak sürekli ifade edilen dayanışmanın, PKK terörüne kurban gitmiş insanların anısına hürmeten de artık somutlaşma vakti çoktan gelmiştir.”