Ekranları Başında Bizleri Takip Eden Saygıdeğer Vatandaşlarımız,
Çok Değerli Basın Mensupları,
Hepinizi saygı ve muhabbetle selamlıyorum,
Bugün Genel Kurul’da görüşülmeye başlanacak 8. Yargı Paketine ilişkin DEVA Partisi olarak görüşlerimizi sunmak için karşınızdayım.
Yargı paketinin hayırlara vesile olmasını dilemek isterdim. Ancak sorunların asıl kaynağına inmekten uzak, günü kurtarma amacı taşıyan ve yüzeysel değişiklikler içeren bu paket, mevcut sorunlara pansuman tedbir olabilecek nitelikte bile değildir.
Ülkemizin içinde bulunduğu ve giderek daha da derinleşen demokrasi, hukuk devleti ve yargı krizlerinin gölgesinde önümüze getirilen bu paket de yapısal sorunlarımızın hiçbirini görmemektedir ki çözüm ortaya koyabilsin.
Kendimizi kandırmaya gerek yok.
Türkiye her geçen gün gittikçe hukuk devletinin en asgari şartlarının dahi sağlanmadığı, kuvvetler ayrılığının ve yargı bağımsızlığının görmezden gelindiği zorba bir anlayışla yönetilmektedir.
Temel hakların yok sayıldığı ve anayasanın dahi araçsallaştırıldığı tarif etmekte zorlandığımız despotizmin hakim olduğu bir dönemden geçmekteyiz.
İktidarın yargıyı kontrol altına alarak vatandaşlarımızın üzerinde bir sopa olarak kullandığı acı örnekleri her gün görmekteyiz.
Sayısız masum insan sırf Cumhurbaşkanı böyle istiyor diye hukuka aykırı bir şekilde cezaevlerinde tutulmaktadır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Anayasa Mahkemesi kararları uygulanmamaktadır.
Anayasa Mahkemesi üyelerinden sonra Danıştay üyelerinin de açık şekilde Sn. Cumhurbaşkanı ve Devlet Bahçeli tarafından hedef gösterildiği bir ülkede yargı paketi ile iktidar sadece göz boyamaya çalışıyor.
İktidarın işine gelmediği durumlarda var olan kanunlara hatta Anayasa’ya uymamayı yargıya dayattığı bir ortamda, böyle yasal ‘iyileştirmelerden’ bir beklentiye girmek elbette ki abesle iştigaldir.
8 yargı paketi değil, 100 yargı paketi de hazırlasalar hepsi işlevsiz ve yetersiz kalacaktır.
Kuvvetler ayrılığının değil, kuvvetler birliğinin açık olarak uygulandığı, onun bile keyfi bir biçimde uygulandığı; yürütmenin yanında yasama ve yargının da Cumhurbaşkanı’nın talimatlarını beklediği ortadayken önümüze sunulan paketlerin vatandaşlarımıza da ülkemize de hayırlar getirmesi imkansızdır.
Değerli basın mensupları,
Öncelikle belirtmek isterim ki iktidarın yargı paketinde özellikle laf cambazlığı yaptığı bir husus var: O da Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının gereğinin yerine getirilmesi.
Sanki Anayasa Mahkemesi kararlarını tanımayan kendileri değilmiş gibi yargı paketinin gerekçesi Anayasa Mahkemesi kararlarına atıflarla dolu. Atıf yapmayı biliyorlar ama karara uymaya gelince ortada yoklar.
Yahu bu Anayasa Mahkemesi kararları atıf yapmak için değil uyulsun diye var, adalet yerini bulsun diye var, madem atıf yapacak kadar değerli görüyorsunuz, kararlara uysanıza…
Ancak değerlendirmeme öncelikle teklifte pansuman tedbirler düzeyinde düzenlemeler ile başlamak istiyorum.
Teklif ile istinaf ve temyiz süreleri gerekçeli kararın tebliğinden itibaren başlamakta, istinaf süresi ise iki haftaya çıkarılmaktadır.
Ev hapsine karşı tazminat talep edilebilmesi düzenleme altına alınmakta, haksız tedbirlerden dolayı istenen tazminatların bir kısmı için Tazminat Komisyonuna başvurulabilmesinin önü açılmaktadır.
Ayrıca kaçak sanık hakkında “ceza verilmesine yer olmadığı kararı” verilememesi düzenleme altına alınmaktadır.
Son olarak ise emeklilerin bayram ikramiyesinin 2.000 TL’den 3.000TL’ye çıkartılması öngörülmektedir.
Özellikle yargı ile hiçbir ilgisi olmayan emeklilere ilişkin bu düzenleme, kanunun belki de en çok gündem olan ama bir taraftan da içler acısı halimizi ortaya koyan bir düzenlemesidir.
Ülkemizde bugün emekli aylığı alanlar ölüm aylığı ve sürekli iş göremezlik maaşı alanlarla birlikte 16 milyonun üstünde. Ayrıca Türkiye, gün geçtikçe yaşlı nüfusu artan bir ülke.
2007-2016 yılları arasında ortalama bir emekli maaşı, asgari ücretin yüzde 20 üzerindeydi. Bugün ise ortalama bir emekli maaşı asgari ücretin yüzde 25 altına düşmüş durumda.
Yılların emeğini tarlada, fabrikada, kamuda, üniversitelerde vermiş olan emeklilerimiz “Yıllarca emek verdim, çalıştım, primimi ödedim, rahat döneme erdim” diyemiyor. Birçok insan saat 5’te Et ve Süt Kurumu önünde ucuz et alabilmek için sırada bekliyor.
Emeklilerimiz bugün markete gittiğinde canının istediğini değil sadece en asgari ihtiyaçlarını seçerek alabiliyor, faturalar çok gelmesin diye doğalgazı kısıyor, ilaçları bitince eczaneye rica minnet borç yazdırıyor.
Ne yazık ki dünya ekonomisindeki payımız yıllar içerisinde eridi, şahlanma dönemi naraları sonucu hepimizin payına da gün geçtikçe artan yoksulluk düştü.
Türkiye’nin tek kazananı en zengin yüzde 5’lik kesim… Tek mutlu olanlar da sanırım sadece onlar.
İşte böyle bir dönemde, yargı paketinin içerisine emeklilerimize fazladan 1.000 TL vermelerine şükretmemizi bekliyorlar.
Aziz Milletim,
Diğer bir husus, paket ile icra ve iflas hukukundan ceza muhakemesi kanununa, Tazminat Komisyonundan HAGB sistemine ve özel verilerin işlenmesine kadar birçok konuda, 17 kanunda değişiklik yapılmaktadır.
İktidar ne yazık ki yıllardır eleştirdiğimiz torba kanun usulünden bir türlü vazgeçmemektedir.
Birbirinden tamamen alakasız, birden fazla konunun ve kanunun bir torbaya dahil edilmesi; demokratik kanun yapım tekniği ile bağdaşmadığı gibi “hukuki belirlilik”, “hukuk güvenliği” ve “nitelikli kanun yapımı” bakımından “hukuk devleti” ilkesine aykırıdır.
Teklifte Anayasa Mahkemesinin vermiş olduğu bazı kararlara rağmen, kararların arkasından dolanarak iptal edilen maddelerle aynı ya da çok benzer düzenlemeler yapılmaktadır.
Bu durum, Anayasanın 153. maddesine yani Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığı ilkesine aykırılık teşkil etmektedir.
Örnek vermemiz gerekirse, örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme düzenlemesini Anayasa Mahkemesi “kuralın kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarını önleyecek şekilde belirli ve öngörülebilir nitelikte olmadığı ve bu yönüyle kanunilik şartını taşımadığı sonucuna ulaşılmıştır” diyerek suçta ve cezada kanunilik ilkesine aykırı olduğu gerekçesiyle iptal edilmiştir.
Ancak yapılmak istenen düzenleme neredeyse mevcut düzenlemenin aynısıdır. “Örgüt adına işlenen suç” kavramının içi mahkemeler tarafından doldurulacaktır. Dolayısıyla bu durum, hukuki belirlilik ilkesine ve Anayasa’nın 38. maddesine aykırı olacaktır.
Anayasa Mahkemesi’nin iptal gerekçesi karşılanmadan, kanunilik ilkesi ve öngörülebilirlik, belirlilik ve bilinirlik şartlarını taşımadan her somut olaya göre kapsamının yorumlanabileceği şeklinde değerlendirilmektedir.
Venedik Komisyonu’nun ilgili maddeye ilişkin değerlendirmesi de dikkate alındığında bu suçun müstakil bir suç olarak düzenlenmesi yerine ağırlaştırıcı neden olarak düzenlenmesi yahut Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Anayasa Mahkemesi kararlarındaki değerlendirmeler esas alınarak, tıpkı örgüt üyeliği kriterleri gibi örgüt adına işlenen suçlar için de bazı kriterlerin belirlenmesi gerekmektedir.
Hangi suçların, hangi durumlarda bu kapsama alınacağı açıkça yazılmalıdır. Aksi halde yapılan değişiklik, Anayasa Mahkemesi kararının gereğini taşımayacağı gibi uygulamada yeni mağduriyetler yaratmaya devam edecektir.
Benzer durum, HAGB için de geçerlidir. Düzenleme birbiriyle çelişkili uygulamalar ortaya çıkartacak itiraz ve istinaf yollarını içermektedir. Bu bakımdan, Anayasa Mahkemesi kararında belirtilen Anayasa’ya aykırılık devam etmektedir.
Değerli Arkadaşlar,
Teklifte vurgulamak istediğim diğer bir husus, paket paket düzenlemeler yapılsa da bırakın Anayasa Mahkemesi kararlarının gereklerinin yapılmasını teknik konularda bile özensizliğin göze çarpıyor olmasıdır.
Örneğin 33. madde.
Maddedeki istihdam kavramı o kadar belirsiz ki güvence verdiği iddiasının ardında açık seçik bir güvensizliği dayatıyor.
Eklenmek istenen üçüncü fıkranın (f) bendinde yer alan “istihdam” ifadesi, iş görüşmelerinde elde edilen özel nitelikli verilerin açık rıza olmadan işlenebilmesine imkân tanımakta…
Yeni mezun bir genç arkadaşımız, iş sahibi olma umuduyla özel şirketlerin hükmündeki bir uygulamaya kişisel bilgilerini verecek. Adresini, mezun olduğu okulu, sağlık bilgilerini onların bilgisine sunacak.
Fakat bu bilgiler, iş başvurusunun olumlu ya da olumsuz sonuçlanmasını ya da işten ayrılma durumunda silinip silinmeyeceğini göz önünde bulundurmayan bir belirsizlikle her türlü kötü maksatlı kullanıma açık olacak.
Dolayısıyla istihdam kavramıyla ne kastedildiğinin açık ve net şekilde belirtilmesi ya da bu kavramın çıkarılması gerektiğinin altını çizmek istiyorum.
Benzer şekilde, kanun teklifinin 5. maddesi ile Türk Medeni Kanunu’nda hapis cezası alan hükümlünün kısıtlanması öngörülmektedir. Ancak Medeni Kanun sisteminde, böyle durumlarda yasal temsilci olarak kayyım değil, vasi atanması gerekir. Dolayısıyla Genel Kurul görüşmelerinde bu ifadenin vasi olarak düzeltilmesi gerekmektedir.
Değerli Basın Mensupları,
Değinmek istediğim diğer bir husus ise Kişisel Verilerin Korunması Kanununda yapılmak istenen değişikliklere ilişkin.
Teklifle özel kişisel verilerin rızaya gerek olmadan işlenmesi ve yurt dışına aktarılması konusunda açık rıza kuralına önemli istisnalar getirilmektedir.
Bu istisnaların gerçekleşip gerçekleşmediğine nasıl karar verileceği, hangi verilerin nasıl işleneceği, hangi verilerin ne şekilde yurt dışına aktarılacağı ve bu durumda vatandaşlarımızın verilerinin korunması için gerekli güvencelere kanun teklifinde yer verilmemiştir.
Dolayısıyla, bu güvenceler sağlanmadan yapılan tüm düzenlemeler, vatandaşlarımızın kişisel verileri için açık bir tehdittir; umarım genel kurulda bu düzenlemeler teklif metninden çekilir ve bütüncül olarak tekrar gözden geçirilerek gündeme alınır.
Son olarak ise teklifin 22. maddesi ile TMSF’nin kayyum olarak atandığı şirketlerdeki yöneticilerin her türlü hukuki, idari, mali ve cezai sorumluluktan muaf tutulması öngörülmektedir. Yani bu yöneticilere sorumsuzluk zırhı verilmek istenmektedir.
Bir hukuk devletinde yerine getirdikleri görev her ne olursa olsun kimseye hukuka aykırı fiillerinden dolayı sorumsuzluk tanınamaz. Bu durum başta hukuk devleti ilkesi olmak üzere Anayasa’ya aykırıdır.
TMSF tarafından el konulan şirketlere kayyum olarak atanan kişilere böylesine bir sorumsuzluk zırhı verilmesi, bu şirketlerin bu kişiler tarafından arpalığa çevrilmesine ve her türlü suistimalin yapılabilmesine; birilerinin hukuksuzca zenginleşmesine, milletin malının birilerinin cebine girmesine sebep olacaktır.
Herkes üstlendiği görevin sorumluluğunu da üstlenmelidir. Konulan kurallar da suçu örtmeye ya da teşvik etmeye değil, adaleti sağlamaya yönelik olmalıdır.
TMSF bir şirkete el koyacak, başına bir kayyum atayacak ama o kayyum her türlü yetkiyle şirketi yönetecek fakat hiçbir şeyden sorumlu tutulamayacak.
Değerli Basın Mensupları,
Aziz Milletim,
Malumunuz 2019 yılında, “Yargı Reformu Strateji Belgesi” kapsamında belli hedefler kapsamında ilk yargı paketi hazırlandı.
O dönemde de yargıya güven zayıftı ve yargıdaki devasa sorunların çözülmesine, bir yenilenmeye ve normalleşmeye yönelik kamuoyunda büyük iddialarda bulunuldu.
Ancak o dönemde bugünle mukayese ettiğimizde önemli bir fark vardı. O da o dönemde Cumhurbaşkanı hukuk devletinin altını oymaya başlamış olsa bile, açıktan reddetmiyordu. Bugün iktidar ortağı ile birlikte kuvvetler ayrılığını yok sayıyor, yargı bağımsızlığı ise fiilen yürürlükten kaldırılmış durumda.
2019’dan bugüne, sekizincisi getirilen yargı paketleri, yargıdaki gerçek sorunlara kör ve sağır. O sebeple yasalaşmaları kimsenin dikkatini dahi çekmedi.
2021’in Nisan ayında şatafatlı bir tanıtımla ilan edilen İnsan Hakları Eylem Planı’nın üçte ikisi hâlâ uygulanmış değil.
Dolayısıyla önümüze getirilen yargı paketleri, ne yazık ki hukuksal çürümüşlüğün üzerini örtmekten, günü kurtarma çabasından başka bir şeyi ifade etmiyor.
Oysa hukuksuzluğun geldiği noktada günü kurtarmak bile imkânsız artık…
Bu nedenle buradan iktidara seslenmek istiyorum.
Madem bu paketleri hazırlıyorsunuz siz de bizim kadar farkındasınız ki yargıda sorunlar artık dramatik düzeyde.
Gelin burada ülkemizin öncelikli olarak çözüme kavuşturulması için gereken en azından şu sorunlarını çözüme kavuşturalım.
- Hukukun üstünlüğü ilkesine dönün, kuvvetler ayrımı ilkesine riayet edin, yargı bağımsızlığını sağlayın, hak ve özgürlüklere saygı duyun.
- Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Anayasa Mahkemesi kararlarının tamamının gereklerini yerine getirin.
- Avukatlık mesleğine ve avukatların ekonomik koşullarına dair ısrarla görmezden gelinen sorunları çözün. Bu sorunların başında avukat ya da yargı mensuplarını nitelikli bir şekilde yetiştirmesi gereken hukuk fakültelerinin durumu geliyor. Her yere, onlara bir kapasite sağlanıp sağlanmayacağını düşünmeden hukuk fakültesi açıldı. Tabir-i caizse merdiven altı fakülteler bile hukuk eğitimi verdiği iddiasında. Bu bağlamda hukuk eğitiminde niteliği sağlayın. Bugün istinaf mahkemelerinde ve artık Yargıtay ve Danıştay’da yayınlanan gerekçeli kararın birçoğu dahi lisans eğitiminde verilmesi gereken en asgari hukuk formasyonundan uzaktır.
Öte yandan CMK ödemelerinde KDV’ni kaldırın ya da %1’e düşürün. CMK ücretleri için enflasyon verileri dikkate alınarak ara artışlar yapın. Kamu hizmeti unsuru dikkate alınarak adli yardım kapsamında verilen avukatlık hizmetlerinde KDV’ni kaldırın veya %1’e düşürün, avukatların ekonomik sorunlarının giderilmesi içim önlemleri acil olarak hayata geçirin.KHK dramına son verin. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Yalçınkaya kararında ortaya konulan tespitler ve kararın diğer yargılamaları da ilgilendiren etkisi dikkate alınarak devam eden yargılamaları bu esaslar çerçevesinde karara bağlanmasını sağlayın. Sonuçlanan dosyalarda da yeniden yargılamanın önünü acilen açın. Bu mağduriyetleri en azından sonlandırın.
4. Yargı paketine ağır hasta çocuğu olan anneler için sağlanan infaz erteleme hakkının babalar için de uygulanmasına dair düzenlemeyi alın.
5. Anne-babanın aynı anda tutuklu ya da hükümlü olması durumlarında çocuğun etkilenmemesi için ebeveynlerden bir tanesinin küçük çocuğun yanında olması için gerekli düzenlemeleri yapın.
6. Tamamıyla insani bir diğer hüküm, hasta mahpuslar bakımından tam teşekkülü devlet hastaneleri tarafından verilen cezaevinde kalamaz raporları sonrası kişiyi derhal tahliye edin. İnsanlığımızın asgari gereğini yerine getirmek adına bu hükmü de derhal gündeme getirilmesi elzemdir.
7. Bunun yanında, ülkemizdeki hukuksuzluğun normalleştirilmesinden ayrı düşünülmeyecek bir sorunu daha gündeme getirmek istiyorum. İdare ve gözlem kurulları …
Bu kurullar kimi zaman kendilerini yargı konumuna koyacak bir keyfilikle hareket eder durumda. Neredeyse kendi başlarına hareket ediyorlar.
Bu keyfiliği engellemek için idare ve gözlem kurul raporlarının somut değerlendirmelerle yapılması adına gerekli yasal düzenlemelerin yapılması aciliyet arz ediyor.
Değerli basın mensupları,
Aziz vatandaşlarımız,
Mevcut iktidar koalisyonu artık Türkiye’nin taşıyamayacağı bir yük haline gelmiştir.
Adaletsizliği ilke edinmiş, memlekete kavga ve kaostan başka bir şey getirmeyen; kabadayılıkla, mafyavari hareketlerle, ağza alınmayacak sözlerle, korkutmayla, tehditle iş yapmayı devlet adamlığı zanneden ve suç örgütlerinin yuvası haline gelmiş bir zihniyet son yıllarda maalesef tüm devlet kurumlarının adeta çürümesine ve kamu düzeninin sarsılmasına sebep olmuştur.
Bireysel menfaatini milletin menfaatinin önünde tutan; ne adaletten ne demokrasiden, ne de ekonomiden anlayan iktidar ortakları göz göre göre milletin refahına ve huzuruna kasteder bir hale gelmiş durumdadır.
Türkiye’yi hukukla, adaletle, sevgiyle, hoş görüyle; bilimle, akılla; yatırımla, istihdamla; bollukla, bereketle yönetecek kadrolar maalesef uzun yıllardır ülke yönetiminde söz sahibi değildir.
Önümüzdeki yerel seçimler iktidar ortaklarına bir ders vermenin; sayın Genel Başkanımızın ifadesiyle iktidara bir sarı kart göstermenin en etkili yolu olacaktır.
Yerel seçimler inşallah milletimizin adalete, demokrasiye, huzura ve refaha dair talebinin; yeniden üreten bir Türkiye’ye, yeniden çalışan bir Türkiye’ye, yeniden demokrasi ve hukuk devleti yolunda ilerleyen bir Türkiye’ye dair özlemini dile getirdiği bir seçim olacaktır.
Yerel seçimler, inşallah tüm Türkiye’nin dertlerine DEVA bulma yolunda atacağı ilk adım olacaktır.
Hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum.